Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı genç kızın. Heyecanını, sevincini belli etmemeye çalışarak şaşırmış gibi yaptı: - Tarık? Sabah sabah ne işin var burada? - Günaydın güzel kız... Seni almaya geldim, gönlüm okula kadar otobüslerde gitmene razı olmadı. Meral gülmeye başladı: - Bunca zamandır kim götürüp getiriyor beni?!. Yine de teşekkür ederim. Arabaya bindi. Delikanlı gülümsüyordu. Arka koltuğa elini uzatarak jelatine sarılmış bir tek gül uzattı kıza: - Bu senin, çiçekçinin önünden geçiyordum, çok hoşuma gitti, bir tane aldım senin için. Meral çok hoşlanmıştı bu hareketten. Hayranlıkla baktı güle. Hafifçe kokladı: - Çok naziksin, çok teşekkür ederim, en sevdiğim çiçektir gül, biliyor musun? Tarık motoru çalıştırırken yan gözle genç kızı süzdü. Her ikisi de heyecanlarını gizleyemiyorlardı... *** Doktor Kemal bey oturduğu taburenin üzerinde hafifçe kımıldandı. Gözünü mikroskopun dürbününe yaklaştırdı bir kez daha. Daha dikkatli baktı bu sefer. Daha dikkatli ve daha uzun... Aynı şeyleri görüyordu. Kafasını kaldırıp fısıldadı: - Aman Allahım!.. Aman Allahım!... Ayağa kalktı. Sanki düşmanına bakıyormuş gibi bakıyordu mikroskoba. Bir hata yaptığını düşünüyordu. İçerideki laborantlardan birine seslendi: - Sevil hanım, bir dakika gelir misiniz? Orta boylu, dalgalı saçlı, güzel bir kadın girdi içeriye. Hemen hemen otuz iki, otuz üç yaşlarındaydı. - Bir de şu kana siz bakın, ben yanlış mı görüyorum acaba? Sevil hanım şaşkınlıkla ilerledi masaya doğru. Koskoca doktorun yanlış görmesine imkan yoktu. Biraz da gururlanmıştı bu tavırdan. Kendisini bir tahlili doğrulamak için çağırmıştı Kemal bey. Tabureye oturup gözünü mikroskopa dayadı. Yaklaşık beş dakika kadar hiç konuşmadan inceledi. Sonra tedirgin bir yüz ifadesi ile doktora döndü. Kemal bey iyi bir şey duymak istermiş gibi yalvaran gözlerle bakıyordu kendisine: - Doktor bey.... sanırım... - Demek doğru bakmışım... Demek yanılmamışım... - Maalesef... Sevil hanım doktorun yüzündeki üzüntüyü görünce çekinerek sordu: - Hasta tanıdığınız mı? Başını "evet" anlamında salladı doktor. Bu haberi arkadaşına nasıl vereceğini düşünüyordu. Mırıldandı: - Arkadaşımın oğlu. Tıbbiye dördüncü sınıf talebesi, pırıl pırıl bir genç.... Çocukluğunu bilirim. Laborant Sevil söyleyecek bir şey bulamıyormuş gibi çaresizce ayakta duruyordu.. Kemal bey ağlamaklı bir sesle konuşmaya devam etti: - Biz bu kahrolası hastalığı teşhis ediyoruz ama maalesef tedavi edemiyoruz! Sanki bir şeyleri değiştirecekmiş gibi bütün tüpleri yıkadı, mikroskobu temizledi, santrifüjün içindeki tüpten bir miktar kan daha alıp yeniden incelemeye başladı. Sonuç aynıydı. Gördüğü şeyler doğruydu. Gözlerini kapattı arkasına yaslanarak... DEVAMI YARIN