Öfkeli bir adam olmuştu Halil!.. -20-

A -
A +

Halil İstanbul'a geldiğinden beri değişmişti. Sinirli, öfkeli, ters bir adam olmuştu. O sofrayı kurarken Halil hâlâ söylenmeye devam ediyordu: - Çalışacakmış, hıh!.. Ben Cahit'e söylerim karına sahip ol diye. Bu ne yüzsüzlük böyle. Kadına bak! Zaten bilmiş bilmiş konuşmalarından belliydi onun ne mal olduğu. Gelmiş bir de benim karımı yoldan çıkaracak. Olacak iş mi bu? Halil'in karısı elalemin evinde çalışacak ha! Yemekte hiç konuşmadı Safiye. Halil de sofradan kalktıktan sonra hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti evden. Safiye oğlunu doyurup yatırdı. Küçük Hakan sanki olanları anlamış gibi merakla bakıyordu anasının yüzüne. Onu bağrına bastı: - Benim bir tanecik aslan oğlum, sen sakın hanımına böyle davranma olur mu? Sakın hırpalama... Kendisini bundan sonra çok zor günlerin beklediğini hissediyor, yalnızlığından, çaresizliğinden dolayı içinde yaşayan korkularına şimdi başkaları da ekleniyordu. Paraları bitmek üzereydi. Eğer Halil bir iş bulamazsa iyice kötü duruma düşeceklerdi. Ağlamaya başladı. Anacığını, babacığını hatırlamıştı. O elim kaza onları bu dünyadan almasaydı şimdi bambaşka bir hayatı olacaktı. Ama kader işte... *** Halil kahveden içeri girince etrafına bakındı. Tanımadığı bir sürü adam masalara dağılmış, kimisi taş, kimisi kağıt oynuyor, kimisi de çay içerek sohbet ediyordu. Masalardan birine oturdu. Yan masadan kendisine bakanlara bir selam verdi: - Selamünaleyküm ağalar. - Aleykümselaaaam... İçlerinden yaşlıca olanı ona doğru eğildi: - Yabancısın galiba hemşehrim... - Yeni geldik sayılır. Buraya yerleştik artık. - İyi, iyi... Allah yolunu açık etsin. İş güç var mı? Halil sandalyesini adama doğru yaklaştırdı: - Yok daha ağam, bakıyorum bir şeyler. Öyle düşündüğümüz kadar kolay değilmiş işler burada. - Değildir ya... Elinden ne gelir, yani mesleğin falan var mı? Halil biraz da utangaç bir tavırla başını kaldırdı: - Yok be ağam, mesleğimiz yok. Benzincide çalışırdım bu zamana kadar. Bir de çocuk var. Bakıyoruz işte. Adam dudak büktü düşünceli bir şekilde: - Zor o zaman. Allah yardımcın olsun, ne diyeyim. Halil çay ocağına doğru dönüp seslendi: - Oğlum iki çay kap gel bakalım. Sonra cebinden sigara paketini çıkartıp adam uzattı: - Yak ağam bir tane... Adam hiçbir şey demeden paketten bir sigara aldı. Sonra gelen çayını karıştırdı sakin bir şekilde. - Ben de Diyarbakır'dan geldim buralara. On sekiz sene oldu. Çok zorluk çektim. Ama şimdi bir tezgahım var pazarda, sebze, meyve satıyorum pazarlarda. Geçinip gidiyoruz çok şükür, hanım da çalışıyor, o da getiriyor üç-beş kuruş eve. Eee, zaman onu gerektiriyor bu memlekette... Halil durakladı. Akşamki hadise gelmişti aklına. Sesini çıkartmadı. Adam devam etti: - Burada üç-beş kuruş sermayen olmadan bir iş yapamazsın. Her şey bazı insanların elinde. Simit bile satmaya kalksan bazı insanlara hava parası vermek zorundasın, yoksa yaşatmazlar. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.