İstanbul'un Boğaz'a nazır semtlerinden birindeki büyük bir arazi içindeki kırmızı tuğladan yapılmış üç katlı görkemli binanın mermer merdivenlerinden hızla çıkan yirmi yaşlarındaki delikanlı kapıdaki bekçiye neşe ile selam verdi: - Mustafa Abi, nasılsın? - Teşekkür ederim küçük bey... Genç adam hızla döner kapıdan içeri dalıp beyaz mermer merdivenleri ikişer ikişer çıkarak koridorun sonundaki kapıya yöneldi. Kapının üzerindeki tabelada Genel Müdür Arzu Karaman yazıyordu. Kapıyı çalmadan açtı. Geniş, krem rengini hâkim olduğu aydınlık bir odaya girdi. Tam kapının karşısındaki maun masada oturan gözlüklü otuz yaşlarındaki sevimli bayana gülümsedi: - Fitnat Abla annem içeride mi? - İçeride Ömer Bey.. Hemen sağ taraftaki kapıya yöneldi ve iki kere kapıya vurup başını uzattı: - Gelebilir miyim sayın genel müdürüm? Arzu oğlunu görünce sevgiyle gülümsedi: - Gel bakalım yakışıklı... Ömer hemen annesinin yanına gidip yanaklarından öptü: - Okulun gezisinden dönüyorduk, uğrayayım dedim. Nasılsın? Birlikte döneriz eve diye düşündüm. Dersim yok, biraz seninle vakit geçireyim. Belki de yemek ısmarlarsın! Arzu bir kahkaha attı: - Bak sen! Nereye gittiniz bakalım? Ömer ciddileşti bir anda: - Bizim yardım derneği ile birlikte Darülaceze'ye gittik bugün. Düşkünleri ziyaret ettik. Çok kötü şeyler var anne... İnsan dünyada böyle bir adaletsizliği kabul edemiyor. Arzu sevgiyle baktı oğluna. Ömer tıpkı babasına benziyordu artık. Beş yıl önce Kadim Efendi vefat etmişti. Onun ardından sırayla Arif Sıtkı Bey ve Müberra Hanım da vefat etmişlerdi. Ana-oğul peş peşe yaşanan ölümlerden etkilenmişlerse de çabuk toparlanmayı bilmişlerdi. Ömer üniversiteye yeni başlamıştı. Öğrencilerin kurduğu bir yardım derneğinde faal üyelik yapıyordu. Devam etti genç adam: - Bir kadın gördüm. Soyadı Karaman. Bizim soyadımızla aynı. Öyle berbat ki. Kadıncağız hiçbir şey hatırlamıyormuş. Akli dengesi yerinde değilmiş. Adı da Nermin galiba... Arzu irkildi. Dikkatle baktı oğluna: - Nermin Karaman mı? Hayat son derece garip tesadüflerle doluydu. DEVAMI YARIN