Oğlunun elindeki çiçeklere baktı!..

A -
A +

Ahmet aynaya baktı. Başını iki yana çevirerek saçlarını kontrol etti. Sonra yerinden kalktı: - Eline sağlık İsmail ağabey. - Haydi bakalım aslanım, sıhhatler olsun. Kaymak gibi bir tıraş yaptım sana. Tam damat tıraşı. Gülümsedi Ahmet: - Sağ olasın İsmail ağabey... Berberden çıkar çıkmaz ceketinin yakasını kaldırdı. İnanılmaz bir soğuk vardı. Bütün gün kar hiç durmamış, öğleden sonra bir ara kısa sürede olsa tipiye dönüşmüştü. Her yer bembeyazdı. Eski ayakkabılarının içinde ayaklarının donduğunu hissediyordu. Yine de aldırmadı parmak uçlarındaki acıya. Hızlı adımlarla yürüdü. Bir oto tamirhanesinden içeri girdi. Üç, dört metre ileride duran tulum giymiş, yüzü gözü siyah genç bir delikanlının yanına gitti: - Hüseyin, getirdin mi? - Getirdim Ahmet. İki tane getirdim, bak, beğen bakalım, hangisi olursa... Delikanlı hemen ellerini tulumuna silerek arka tarafa doğru gidip iki tane naylona sarılmış kravat uzattı. Ahmet her ikisini de alıp ışığa tuttu. Birini ayırdı: - Bu olsun Hüseyin. Hayırlısı ile bu gece gidiyoruz artık. Teşekkür ederim. Yarın getiririm. Bana dua et ne olur. Yıllardır bekliyordum bunu... Hüseyin sarılıp öptü arkadaşını. Çocukluklarından beri tanırlardı birbirlerini. Ahmet kravatı cebine koyup hızlı adımlarla evine doğru yürüdü. Bir kutu çikolata yaptırmış, bir buket de kırmızı gül almıştı. Cebindeki paranın hepsi bitmişti neredeyse. Allah'tan bir gün önce Samim Usta bir miktar daha para vermişti. Yoksa altından kalkabilmesi mümkün olmayacaktı. Samim Ustanın verdiği paraları bir kenara yazıyor, işine başladığı zaman peyderpey ödemeyi düşünüyordu. Eve geldiği zaman saat beşi geçiyordu. Hüveyda Hanım kapıyı açıp oğlunu görünce sevgiyle sarıldı: - Ah benim paşam, pek yakışıklı olmuş, tıraşı da pek yakışmış. - Anacığım, hemen bir banyo yapayım. - Koydum oğlum, su ısıttım sana. Daha yeni kaynadı. Bu kazanı al, bir kazan daha koyayım tüpün üzerine. Oğlunun elindeki çiçeklere baktı: - Güller de pek güzelmiş. Tıpkı Elmas'ım gibi. Ben de pantolonunu, gömleğini ütüledim, sandalyenin arkasına astım oğlum. Sen banyodan çıkana kadar ben de yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Ahmet heyecan içinde: - İnan anne, bir lokma yiyecek halim yok... İştah miştah kalmadı, diye söylendi. Hüveyda Hanım sevgiyle güldü oğluna: - Olur mu öyle şey? Bir şey yemeden insanın aklı çalışmaz... Bir çorba olsun içeriz. Ahmet annesinin yanağına bir öpücük kondurarak aceleyle girdi içeriye. Saatler hızla akıp geçti. İki saat sonra Ahmet giyinmiş, filinta gibi bir delikanlı olmuştu. Hüveyda Hanım nazar değmesin diye dualar etti oğluna. Saat yedi buçuğa doğru ana oğul evden çıktılar. Ahmet derin bir nefes alarak ilk adımını attı kapıdan. Samim Ustanın evine gidiyorlardı. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.