Ahmet annesinin verdiği mutlu haberi duyunca gözlerini kapatıp günlerdir ettiği duaların kabul olması sebebiyle şükretti. Kapıdan içeri girer girmez vermişti haberi annesi. Ahmet inanılmaz mutlu olmuş, kadıncağızı kucakladığı gibi döndürmüştü havada. Hüveyda Hanım bir yandan bağırıyor bir yandan gülüyordu bu sırada: - Deli çocuk, indir beni yere, indir dedim sana... İlk heyecan geçtikten sonra oturup konuşmaya başladılar. Ahmet'in ses tonundan belliydi mutluluğu: - Anacığım, ben yarın Samim ustaya haber veririm. Son gün haber vermek gibi olacak ama zaten hazırlıklı. Bir kutu şeker yaptırayım, bir de çiçek. Başka bir şey gerekir mi? Hüveyda Hanım oğlunun telaşına gülmeden edemedi: - Gerekmez oğlum, istemeye gidilirken başka bir şey gerekmez. Ahmet düşünceli bir şekilde tavana baktı: - Hüseyin'e gidip onun lacivert kravatını alayım. Sen takım elbisemi de ütüleyiver güzelce. Zahmet olacak sana ama anam, bu kadar olacak artık. Bir de berbere gidip saçımı sakalımı düzelttireyim, tıraş olayım. Dudaklarını öne doğru uzattı: - Öf ana! Çok heyecanlıyım ya... Hüveyda Hanım onun sırtını okşadı: - Heyecanlısın oğlum, biliyorum. Baban da böyleydi beni istemeye geldiklerinde. Bana o günleri hatırlattın şimdi. Eli ayağı titriyordu rahmetlinin. Arkadaşım vardı yanımda. Ne kadar gülmüştük onun heyecanına. İkram ettiğim kahveyi bile üzerine dökmüştü. Gözlerini çevirdi dışarıya doğru. Buğulanmıştı göz bebekleri. İnci gibi parlıyordu. - Keşke yaşasaydı da biricik oğlunun mürüvvetini görseydi... Nasıl severdi seni... Ahmet başını salladı: - Hatırlıyorum anne... Babamın eve gelişini hatırlıyorum. Ben sokakta olduğum zamanlar çömelir iki kolunu yana açar kucağına atılmamı beklerdi. Sonra da sırtına bindirirdi beni. Eve kadar öyle gelirdik. Hüveyda Hanım yanaklarından süzülen iki damla yaşı usulca sildi. Ahmet mahzun bir tebessümle devam etti: - İlk bayram namazıma da babamla gitmiştim. Bayramlaşma sırasına beni de sokmuştu babam. Kocaman adam olmuşum gibi hissetmiştim kendimi. O kadar çok bayram harçlığı toplamıştım ki o gün... Hüveyda Hanım şefkatle tuttu oğlunun elini. Alıp yanağına bastırdı: - Aslan evladım benim. Sen hiç küçük olmadın, olamadın ki zaten... - Olsun be anam, bugüne kadar başımızı eğmeden geldik ya, başımız dik, babamın şerefini koruyarak, onu yattığı yerde ruhunu şâd ederek geldik ya bugünlere kadar... Şimdi Elmas da girecek ailemize. Bir de kızın olacak. Sonra da boy boy torunların. Artık bir köşeye çekilip bunun tadını çıkartacaksın anam. Oğlum olursa adını Halit koyacağım. Babamın adını koyacağım oğluma. Okutup koca adam edeceğim onu. Varımı yoğumu vereceğim onların mutluluğu için, tıpkı senin gibi, babam gibi anam. Ana oğul sarıldılar birbirlerine. Hüveyda Hanım hem ağlıyor hem de biricik oğlunun saçlarını okşuyordu: - Allah bahtını açık etsin, Allah huzurunu eksik etmesin evladım!.. > DEVAMI YARIN