Saadet masanın üzerine yaydığı malzemelerin arasında kaybolmuştu sanki. Yetiştirmesi gereken yemekler vardı. Bir iki saate kadar restoranın görevlisi gelip tepsileri isterdi. Hızla mutfağa koşup fırındaki böreğe baktı. Muhteşem görünüyordu. Kahvehaneden emekli olduktan sonra ayrılmıştı. SSK'dan emekliliği gelince Salih'le konuşmuş, kızı için artık İzmir'e taşınması gerektiğini söylemişti. Oldukça hüzünlü olmuştu ayrılığı. Bunca yıl kendisine ana babalık yapan insanlardan ayrılmak oldukça duygulandırmıştı Saadet'i. Saçları ağarmıştı. Yüzünün hatları derinleşmiş, üzerinde yılların acılarının ve zorluklarının verdiği derin çizgiler oluşmuştu. Çok değişiklikler yaşamıştı hayatında. Tülay evlenip Zonguldak'a gelin gitmişti. Yaklaşık yedi, sekiz senedir görmüyordu can arkadaşını. Ara sıra telefonla konuşuyorlardı sadece. Ersin Azerbaycan'a yerleşmişti. Orada Azeri bir kızla evlenmiş, işini Bakü'de kurmuş, çok nadir olarak Türkiye'ye geliyordu. Mahmut Bey yedi sene önce ölmüştü aniden. Bir kalp kriziyle son bulmuştu hayatı. Tülay'ı da en son o zaman görmüştü Saadet. Nazan Hanım da kâh kızının yanında, kâh oğlunun yanında geçiriyordu zamanını. Güzel bir düzen kurmuştu Saadet. İzmir'e yerleştikten sonra aldığı emekli maaşının geçinmelerine yetmeyeceğini anlayınca yemek işine girmişti. Önce küçük bir lokantayla çalışmaya başlamış, ama elinin lezzetinin ünü artınca kendiliğinden teklifler yağmaya başlamıştı. Şimdi ancak üç restorana yemek yapabiliyordu. İyi para kazanıyordu. Memnundu işinden. En azından kendi evindeydi, kendi bildiği gibi kimsenin karışması, görüşmesi olmadan hallediyordu işini. Restoran müşterileri onun pişirdiği yemeklerin tiryakisi olmuştu. Talep fazlalaştıkça işi büyüyordu. Gülay liseyi Foça'da bitirmişti. Üniversite imtihanlarına kendi başına hazırlanmıştı. İdeali Fizyoterapist olmaktı ve disiplinli çalışmasıyla idealine kavuşmuştu... Saadet, böreği fırından çıkardıktan sonra aceleyle odaya, masanın başına döndü. Vakit kaybetmeden ikinci yemeği hazırlayıp fırına sürdü. Bir tek patlıcan ezmesi kalmıştı. Patlıcanlar zaten közlenmişti daha önceden. Onları dikkatle soydu, ezdi. Beri tarafta yoğurdu sarımsakladı, az sonra patlıcan ezmesi de tamamlanmış, geniş, derinliği fazla olmayan dört kaseye paylaştırılmıştı. Üstlerini kırmızı pul biber ve maydanozla süsledi. Fırındaki yemekte piştiği zaman işi bitmiş olacaktı. Artık dinlenmeyi hak etmişti. Sabahın yedisinden beri ayaktaydı ve neredeyse ikindi ezanı okunacaktı. Etrafı topladı, mutfağı temizledi. Akşam için de yemeği vardı. Çok geçmeden kapı çalındı. Ellerini önündeki önlüğe kurulayarak kapıya doğru giderken kendi kendine söyleniyordu: - Saniye sektirmiyorlar maşallah! Kapıda restoran görevlisi genç çocuk vardı: - Hoş geldin Mehmet, gel ablacım. Şimdi çıkardım fırından sıcaktır dikkat et. Mehmet on yedi on sekiz yaşlarındaydı. - Merak etme abla, arabaya koyacağız zaten. Delikanlı yemekleri aldı, tepsileri üst üste koydu. Kapıdan çıkmadan cebinden bir zarf çıkartıp uzattı: - Abla patron gönderdi, bugünkülerin hesabı. Yarın için ekstradan humus istiyorlar. Galiba bir rezervasyon varmış, müşterinin talebiymiş. Gereken ödemeyi yaparım selam söyle Saadet Hanıma dedi. Saadet gözlerini kıstı: - Dur o zaman, malzemeleri yazayım sana. Sabah tepsileri getirirken malzemeleri de getir... > DEVAMI YARIN