Onun güzelliğini hep kıskanmıştı! -8-

A -
A +

Hasan iyi bir iş yapmış olduğunu düşünerek çayını bir solukta içti: - Ben kalkayım, sen buralardasın Halil kardeş değil mi? - Buradayım bacanak! Bu gece kalacağım Ahmet ağamlarda. Detayları konuşacak vaktimiz var. Ahmet hemen atıldı: - Sen bu gece Şükriye'yi al da gel bize. Düğün dernek işini kadın milleti bilir. Konuşalım hep birlikte. "Olur" anlamında başını sallayarak kalktı Hasan. Dışarı çıktığı zaman kendi kendine gülümsüyordu... *** Şükriye, elindeki aynayı masaya bıraktıktan sonra yüzünü buruşturarak bir köşede dantel ören Safiye'ye baktı. Bir müddet süzdü küçük kızı. Onun daha bu yaştayken kısmetinin çıkmasını kıskanmıştı. Onun güzelliğini de hep kıskanmıştı zaten. Kendisi o kadar alımlı bir kız değildi. Kumral, uzun saçları, sivilceli bir alnı, küçük, manasız bakan kahverengi gözleri ile hiç de dikkat çeken bir tip değildi. Hasan'la evlenmesinde ise kendisinin gayretleri çok olmuş, genç adamın peşini hiç bırakmamıştı. Kızının o kadar güzel olmadığının farkında olan annesi de bu gayretlere destek olmuştu. Sonunda evlenmiş, ama hem evindeki şımarık yetiştirilişi, hem de karakterinde var olan hırs ve kıskançlık duyguları ile her zaman alışılanın dışında evde söz sahibi olmayı becerebilmişti. Hasan kardeşine gösterdiği sert tutumunu karısına karşı asla gösteremiyordu. Birkaç kere bazı yasaklamalar getirmek istemiş ama Şükriye'nin sert tepkileriyle karşılaşmıştı. Sonunda karısının ailesi sayesinde bir ev düzeni devam ettirebildiğinin farkındaydı. Kayınpederinin durmadan "kızıma iyi bak damat, sakın onu üzme, yoksa seni çok kötü yaparım" tehditlerinin de etkisiyle Şükriye'ye ve ailesine karşı sessiz, boyun eğmiş bir tavır sergiliyordu. Tabii bütün bunların psikolojisinde oluşturduğu isyanın acısını Safiye'den çıkartıyor, baskısını onun üzerinde kuruyordu. Şükriye alaycı bir tavırla gülümsedi: - Hadi, yine iyisin kız, kısmetin çıktı... Safiye elindeki dantel iğnesini az kalsın eline batırıyordu. Hayretle büyüyen siyah gözleri korkuyla baktı: - Ne kısmeti yenge? - Sus, bilmiyormuş gibi konuşma, kimbilir nerelerde kıkırdadın elalemin adamlarına, seni istiyorlarmış... - Tövbe de yenge, ben kimseyi bilmiyorum... Şükriye sinirli bir tavırla bağırdı; - Kimseyi bilmiyorsun da nereden tanıyor seni elalemin adamı? Nereden gördü? Safiye korkuyla haykırdı: - İnan bana yengeciğim, kimseyi görmedim ben. Bir yere gitmiyorum ki göreyim... Genç kadın ukala bir dudak büküşle cevap verdi: - Ben bilemem, seni görmüşler... Ağabeyine anlat sen artık. Korkuyla inledi küçük kız. Eğer gerçekten böyle bir şey varsa hali harap demekti. Öldürürdü Hasan ağabeyi onu. İçi kıpır kıpır olmuştu. Korkudan yüreği fırlayacakmış gibi atıyor, nereye sığacağını bilemiyordu. Bir yandan da eğer böyle bir kısmet çıktı diye ağabeyi "he" diyecek olursa ne yapacağını düşünüyordu. Korkuyordu evlenmekten... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.