Onur'dan hiç ses seda çıkmıyordu!

A -
A +

Ahmet Fazıl Bey fabrikadaki çalışma odasına girer girmez sekreterini arayıp bir bardak su istedi. Korkunç bir baş ağrısıyla kıvranıyordu. Sabahki münakaşadan sonra Nazım evden gidene kadar yatak odasından çıkmamıştı. O gittikten sonra kahvesini içmiş, giyinip o da çıkmıştı. Bir müddet sahilde yürümüş, temiz deniz havasını ciğerlerine doldurup ferahlamaya çalışmıştı. Artık Belkıs'ın evdeki varlığına tahammül edemiyordu. Ama onu asıl sarsan şey Nazım'ın söyledikleriydi. Oğlu olan biten her şey için kendisini suçluyordu. Zaten vicdan azabı içinde kâbuslar gören Ahmet Fazıl Beyin suratına haykırılan bu gerçek yaşlı adamı allak bullak etmişti. "Benim ne suçum var ki! Ben mi terk ettim o bebeği? Sen istemedin, yüzünü bile görmek istemedin. Ben de yardım ettim sana. Ben babayım. Senin azap çekmene gönlüm razı olmadı. Hem sokağa atmadım ki o bebeği... Sıcak bir yuvaya teslim ettim..." Onur'dan da ses seda çıkmamıştı. Başarılı olamadığını düşünüyor, bundan sonra yıllar önce terk ettiği torununu nasıl bulabileceğini düşünüyordu. Fabrikaya geldikten sonra hiçbir yere uğramadan doğruca odasına çıkmıştı. Sekreterinin getirdiği suyu alıp hapını içti. Koltuğuna oturdu. İçi daralıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra telefona uzandı. Onur'un cep telefonu numarasını çevirip beklemeye başladı. Karşı tarafta genç avukatın sesini duyunca heyecanlanmıştı: - Onur, oğlum, ne var ne yok? - Merhaba Fazıl Amca... Ben de sizi arayacaktım. Nasılsınız? - Beni bırak Onur, sen ne yaptın, bir şeyler bulabildin mi? Onur birkaç saniye sessiz kaldı. Yalan söylemek o kadar kolay olmuyordu genç adam için. Hayatı boyunca dürüstlüğü prensip edinmiş bir yapısı vardı. Ama şimdi birilerinin mutsuz olmaması için söylemek zorundaydı: - Hiçbir şey bulamadım dersem inanır mısın Fazıl Amca. Söyledim ya, iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey. İzmir'de yaşadıklarını sanmıyorum. Avukat arkadaşım ve babası da çok yardımcı oldular, öğrenebildiğimiz sadece torununuzu evlatlık alan beyin emekli olduğu. Ama yaşadıkları yer hakkında en ufak bir ipucu bulamadık. Biliyorum sizin için büyük hayal kırıklığı bu ama yapacak bir şey yok. Ben yarın dönüyorum İstanbul'a... O zaman uzun uzadıya görüşürüz. Fazıl Bey düşünceliydi: - Tamam evladım. Çok yoruldun sen de. Geldiğin zaman konuşur, ne yapacağımıza karar veririz. Telefonu kapattıktan sonra dolu dolu olan gözlerini sildi titreyen parmaklarıyla. "Ölene kadar bu azabı taşıyacağım ben. Ah Nazım, neler yaptın hayatımıza!.. Hâlâ da yapmaya devam ediyorsun. Bu kadınla evlenmeni sadece benden intikam almak için yapıldığını biliyorum. Alıyorsun da!.." Arkasına yaslandı. İçi sıkılıyordu. Daha fazla oturamadı. Fırladı oturduğu yerden. Odasından dışarı çıktı. Koridorda Nazım'la karşılaştı. Oğluna kırgın bir ifade ile baktı: - Ben çıkıyorum. Nazım başını sallamakla yetindi, cevap vermedi. Hiçbir zaman babasıyla olması gerektiği gibi kaynaşamamış, aralarında hep ikisinin de aşamadığı kalın bir duvar var olmuştu... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.