Pe­ri­han Ha­nı­mın di­li tu­tul­du âde­ta!

A -
A +

Ta­mer sa­hil bo­yun­ca iler­li­yor­du. Göz­le­ri­nin önün­de te­le­viz­yon­da­ki gö­rün­tü­ler, ku­lak­la­rın­da spi­ke­rin te­laf­fuz et­ti­ği Şev­val Ya­zı­cı­oğ­lu is­mi var­dı. Du­dak­la­rı­nı ısı­rı­yor, şaş­kın bir şe­kil­de bi­linç­siz­ce yü­rü­yor­du. Ga­rip bir çe­kin­gen­lik için­dey­di. De­mek ki Şev­val bu den­li yük­sel­miş­ti... Ne­ler ya­şa­dı­ğı­nı me­rak edi­yor­du. Ne ol­muş da böy­le bir mer­te­be­ye yük­se­le­bil­miş­ti ka­rı­sı? Sa­at­ler­ce yü­rü­dü sa­hil­de. Onun­la kar­şı­la­şa­bi­lir miy­di? Ya ev­la­dı? Kı­zı mı oğ­lu mu ol­du­ğu­nu bil­me­di­ği yav­ru­su... O da bu­ra­da mıy­dı? Ay­nı şe­hir­de, ay­nı gök­yü­zü­nün al­tın­da ay­nı ha­va­yı mı te­nef­füs edi­yor­lar­dı? Ken­di­sin­den ha­be­ri var mıy­dı yav­ru­su­nun? Ba­ba­lık duy­gu­su bü­tün ben­li­ği­ni sar­mış gi­biy­di. Uzun za­man­dır ya­şa­dık­la­rı­nın ve yap­tık­la­rı­nın vic­dan aza­bıy­la kah­rol­du­ğu­nu ilk de­fa iti­raf et­ti ken­di­ne dü­şün­ce­le­rin­de... - Ben ya­şa­ma­yı bi­le hak et­me­yen, işe ya­ra­maz, asa­lak bir ada­mım... Pe­ri­han Ha­nım, Hay­dar Bey eve ge­lin­ce tiz bir ses­le hay­kır­dı: - Bir ke­re de şu oğ­lun­la il­gi­len. Ço­cu­ğun bir der­di var. Ak­şa­ma ka­dar hiç­bir şey ko­nuş­ma­dan otu­ru­yor. Of­la­yıp du­ru­yor. Has­ta­la­na­cak di­ye kor­ku­yo­rum. Hay­dar bey şa­şır­mış­tı içe­ri gi­rer gir­mez kar­şı­laş­tı­ğı bu ta­vır­dan. Ne ol­du­ğu­nu an­la­ma­ya ça­lış­tı: - Ne olu­yor ya­hu? Ne ol­du? - Ne ola­cak, te­le­viz­yon sey­re­di­yor­du. Bir­den bem­be­yaz ol­du ço­cu­ğun yü­zü, san­ki hort­lak gör­müş gi­biy­di. Fır­la­dı git­ti. Hiç­bir şey söy­le­me­di. Hay­dar Bey ola­yı an­la­mış­tı. Çün­kü ay­nı ha­ber­le­ri ofi­sin­de o da iz­le­miş­ti. Ta­mer'in Şev­val'i gör­dü­ğün­den emin­di. Sa­kin bir şe­kil­de ce­vap ver­di ka­rı­sı­na: - Ge­çe­cek­tir me­rak et­me... Gör­me­ye ha­zır ol­ma­dı­ğı bir şey gör­müş­tür. Pe­ri­han Ha­nım kuş­kuy­la bak­tı ko­ca­sı­na: - Sen ağ­zın­da bir şey­ler ge­ve­li­yor­sun, ne­ler olu­yor ba­na da söy­le! Hay­dar bey kol­tuk­lar­dan bi­ri­ne otur­du: - Şev­val bu­ra­da... Pe­ri­han Ha­nım ön­ce an­la­ma­dı. Uzun yıl­lar ön­ce­sin­den nef­ret­le ka­bul­le­ne­me­di­ği ge­li­ni­nin is­mi ilk de­fa te­laf­fuz edi­li­yor­du evi­nin için­de. - Şev­val mi? Ne­re­den çık­mış? Kur­tu­la­ma­dık mı on­dan hâ­lâ? Hay­dar Bey gü­lüm­se­di: - Şev­val (......) Şir­ke­ti­nin Do­ğu Av­ru­pa So­rum­lu­su ola­rak Tür­ki­ye'de. Ame­ri­ka'da ya­şı­yor­muş. Ora­da oku­muş, yük­sek tah­si­li­ni ta­mam­la­mış, şim­di dün­ya­nın en bü­yük şir­ket­le­rin­den bi­ri­nin so­rum­lu­la­rın­dan. Ha­ber­ler­de onun­la il­gi­li bir ha­ber var­dı. Onu duy­muş­tur Ta­mer. Pe­ri­han Ha­nı­mın di­li tu­tul­muş gi­biy­di. Ko­ca­sı­nın söy­le­dik­le­ri­ne inan­mak is­te­mi­yor, al­lak bul­lak olan bey­ni­ni ken­di is­te­ği doğ­rul­tu­sun­da sa­kin­leş­tir­me­ye ça­lı­şı­yor­du...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.