Safiye daha yatmamıştı. Oğlunun öfkeli bir şekilde yemeğini tabakta bırakarak çıkıp gitmesine üzülmüş, hele vakit geceyarısını geçtiği halde ortalarda görünmemesi, üzüntünün yanı sıra türlü endişelerin de yüreğine çöreklenmesine sebep olmuştu. Hakan'ı beklerken kendi kendine düşünmüştü. Bu meseleyi yavrusunu karşısına alıp ciddi bir şekilde konuşacaktı. Yirmi yaşına gelmiş bir delikanlı olmasına rağmen hâlâ bir baltaya sap olamamasından duyduğu ıstırabı ve endişeyi ona bütün açıklığıyla anlatması gerektiğine inanıyordu. Odanın ışıklarını söndürmüş, pencerenin kenarındaki cama alnını dayamış, gözlerini cılız sokak lambasının aydınlattığı sokağa dikmişti. Saat ikiye geliyordu. Sokak kedileri meydanı boş bulmuşlar, çöp tenekelerinin içinde cirit atıyorlardı. Onları izledi Safiye. "Bütün canlılar ekmek peşinde... Herkes hayat mücadelesi veriyor..." diye geçirdi içinden. Bugünlere tek başına gelmişti. Kendisini hayatın en büyük kavgasının içinde, en acemi, en bilinçsiz yaşındayken buluvermişti. Zaman zaman umutsuzluğa düşmüş, dayanma gücünü yitirdiği anlar yaşamıştı. Ama oğlu için gayret göstermiş, ayakta kalmayı başarmıştı. Ondan da biraz anlayış ve gayret beklemek en doğal hakkıydı... Derin bir nefes aldı. Saatler ilerledikçe içindeki huzursuzluk artıyor, sabırsızlanıyordu. Birden sokağın başında hızlı adımlarla, koşar gibi gelen bir karaltı gördü. Gözlerini loş sokağa ayarlayarak dikkatle baktı. Gelen Hakan'dı. Hemen kapıya koştu. Pazen geceleğinin üzerine yün bir hırka giymişti. Kapının pervazına dayanarak beklemeye başladı. Tedirgin ayak sesleri merdivenlerde duyulduğu zaman kapıyı açtı. Hakan bembeyaz bir suratla karşısndaydı. - Oğlum, söyler misin saat kaç? Haberin var mı saatten? - Çekil anne, üzerime gelme ne olur?.. Safiye korku ile baktı oğluna. Kenara çekilip ona yol verdi içeri girmesi için. Hakan kendisini divana yüzükoyun attı. Suratını köşe yastığına gömmüştü. Omuzları titriyordu. - Hakan! Oğlum neyin var? - Beni rahat bırak anne. Soru sorma bana!.. Safiye fevkalade bir şeyler olduğunu anlamıştı. Sakin olmaya çalışarak oğlunun yanına oturdu. Elini uzatıp onun saçlarını okşadı: - Ah yavrum, nedir senin derdin? Neden paylaşmıyorsun annenle? Bizim birbirimizden başka kimimiz var Hakan? Bak sen bu evin erkeğisin oğlum, neden annene yardımcı değilsin? Hadi anlat bana... Hakan fırladı yerinden. Dudakları titriyor, kelimeler boğazında tıkanıyordu. - Anne, gelme üzerime... Ben yatıyorum.. - Hakan! Konuşalım oğlum, ne olur, yalvarırım sana... Delikanlı onun sözlerini bitirmesini beklemedi bile. Hızla odadan çıkıp kendi odasına girdi ve kapıyı sert bir şekilde kapattı. Safiye çaresiz hissediyordu kendisini. Bu çocuğun ruhuna inemiyor, onun içindeki fırtınaları çözümleyemiyordu. Öylece bakıp kaldı oda kapısına. Sonra kendi kendine söylendi: "Şimdi dinlensin, biraz zaman geçsin, sabah karşıma alıp adam akıllı konuşayım..." Oturma odasının ışığını kapatıp divana uzandı. Kafasının içinde binbir düşünce doluydu. Birden aklı yıllardır görmediği kızına kaydı. Yüreğinin içinde onu her hatırlayışında duyduğu sızıyı duydu. DEVAMI YARIN