Davut, ayaklarının ucuyla dürtükledi uyuyan küçük kızı: - Kalk kız! Tembel tembel yatıp durma, gelinlik kız oldun hâlâ keyiftesin. Anası kılıklı seni! Aliye uykulu gözlerle şaşkın bir şekilde baktı babasına. Sonra toparlanıp fırladı yataktan. Suçlu bir şekilde önüne bakıyordu. Anasının kendisini neden uyandırmadığını merak ederek hızla yatağını topladı. Elini yüzünü yıkadı, mutfağa geçti: - Ana, neden uyandırmadın beni? - Uyu istedim bebeğim. Pek güzel uyuyordun. - Babam kızdı ana. Onlar gidince yine yatar uyurdum. Cevap vermedi Zübeyde. İçi parçalanıyordu. Aliye hemen kahvaltıyı hazırladı. Evin içinde sanki bir ölüm sessizliği vardı. Davut kapıdan çıkarken karısına döndü: - Akşam misafirimiz var unutma. Damat gelecek. Aliye'ye döndü sırıtarak: - Sen de aklını başına topla. Seni everiyorum. Kocan olacak adam akşam yemeğe gelecek. Aliye donmuş kalmıştı! Rengi bembeyaz olmuş iri mavi gözlerini deli gibi açmış, duyduklarının doğru olup olmadığını anlamaya çalışarak babasına bakıyordu. Davut başka bir şey söylemeden çıktı dışarı. İki oğlu da peşinden yürüdüler. Hüseyin tam kapıdan çıkarken kız kardeşine sevgiyle bakıp göz kırptı. Zübeyde Hanım ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Aliye dehşetle annesine döndü... Zübeyde dudaklarını ısırıyordu. Aliye başını iki yana salladı: - Ana, doğru mu duydum? Kadın ağlamaklı bir sesle mırıldandı: - Doğru duydun goncam. Doğru duydun. Ama merak etme, ben senin anansam eğer sana bunu yapmalarına izin vermeyeceğim. Aliye ağlamaya başlamıştı: - Ana ben evlenmek istemiyorum, ben okumak istiyorum. Ne olur ana, verme beni kimseye! Zübeyde içini çekti. Yüreği yanıyordu. Kızının saçlarını okşadı: - Meraklanma kızım. Hele dur bir kere. Biraz bekle bakalım. Aliye aldırmıyordu annesinin teselli dolu sözlerine. Adeta uluyordu: - Anam, canım anam... Ben evlenmem anam. Babamı ikna et anam, ben evlenmem anam... Yüzünü buruşturdu kadın. Sanki içinin acısına dayanamazmış gibi kıvrandı. Kalkıp oturma odasına girdi. Sedirin üzerine zor attı kendisini. Gözyaşları inci tanesi gibi süzülüyordu yanaklarından. Yemenisinin ucuyla sildi yaşları. Aliye hâlâ sokak kapısının önünde, olduğu yere çökmüş bağırarak ağlıyordu. Geçen zaman Zübeyde'ye asırlar kadar uzun gelmişti. Aliye'nin sesi kesilmiş, yerini arada bir çıkan kesik hıçkırıklara bırakmıştı. Bahçe kapısının açıldığını duyduğu zaman güneşin iyice yükselmiş olduğunu fark etti. Başını uzatıp pencereden bahçeye baktı. Necla Öğretmendi gelen. Ok gibi fırladı sedirden. Kapıya koştu. Aliye hâlâ bıraktığı yerde yere çömelmiş için için hıçkırıyordu: - Kalk kızım Necla Öğretmen geldi. Cevap beklemeden kapıyı açtı: - Öğretmen Hanım, hoş geldin... Necla Öğretmen meraklı gözlerle baktı kadının yüzüne. Akşam yediği tokat yüzünden dudağının altı şişmişti Zübeyde'nin: - Geçmiş olsun Zübeyde Hanım, ne oldu size? Beni çağırmışsınız... > DEVAMI YARIN