Payidar hayatından memnun bir şekilde gerindi. Bir gün önce Sedat'la alışverişe çıkmışlar, genç kızın hayal bile edemeyeceği kadar çok para harcayarak kıyafet ve aksesuar almışlardı. Birkaç çift ayakkabı, yedi sekiz tane elbise, bluz, çanta, gecelik, sabahlık, bir bayanın giyim ihtiyacı denince akla gelen her şeye sahip olmuştu Payidar. Sedat birkaç gece önce Payidar'ı otelde bırakıp karısının yanına gitmesini telafi ediyor gibiydi. Payidar yaşadığı bu hayattan memnundu. Sadece kapris olsun diye Sedat'ın evliliğini bahane ediyordu. Onun için adamın evli olması, üç çocuğunun olması önemli değildi artık. Nasıl olsa aile baskısından kurtulmuş, hesap verme mecburiyeti ortadan kalkmıştı. Kimseyi aramak niyetinde de değildi. Nasıl olsa on sekiz yaşını çoktan bitirdiği için hiç kimse kolundan tutup götüremezdi istemediği bir yere. Bu hayat onun tercihiydi. Sedat ise karısını ziyaret ettiği gün yine yalvarmış, neredeyse Sevim'in ayaklarına kapanmıştı. Söz üstüne söz vermiş, kendini bağışlaması için diller dökmüştü. Ama Sevim kararlıydı: - Bir müddet ayrı kalmak istiyorum Sedat, başımı dinlemek, sakin kafayla düşünmek istiyorum. Çocuklara detaylı hiçbir şey anlatmadım. Biliyorsun Gökhan'ın imtihanları var. Çocuğun sana ihtiyacı var. Onu ihmal etmene izin vermem. Bu çocuğumun geleceği. Senin basit zevklerin uğruna onu istikbalinden edemem. İmtihanlar bittikten sonra oturup konuşacağız. Ama güvenim sarsıldı bir kere. Bunu kazanman çok zor... diyerek susturmuştu bütün bu yakarışları. Sedat umduğunu bulamamıştı. Onun niyeti evliliğini sürdürmek, bu arada Payidar'la olan ilişkisini de devam ettirmekti. Böylece Payidar kabul edilmesi mümkün olmayan bir hayatın parçası haline gelmişti. O geleceğine özen göstermiyor, toplumun değerlerini hiçe sayarak arzu ettiği gibi yaşamayı tercih ediyordu. Evden ayrıldığından beri ailesinden hiçbir ferdi aramamıştı. Özlememişti bile. Yaşlı anası ve babasının ne kadar üzüldüklerini umursamıyordu. Hiçbir zaman ulaşamadığı maddi değerlerin kurbanı olmuştu. Lüks mutfağına doğru salınarak yürüdü. Ocağa kahve suyu koydu. Batılılar gibi yaşayacaktı artık. Kahvaltı sofrasını hazırlayıp Sedat'ı uyandırmaya gitti. Adam gözlerini açıp uyku sersemi etrafına bakındı. Payidar'ı görünce gülümsedi: - Saat kaç hayatım? - Dokuz buçuğa geliyor. Kahve suyunu koydum, kahvaltı da hazır. Kalkmayacak mısın? Sedat fırladı yataktan: - Hemen bir şeyler atıştırıp çıkayım. Bugün işim çok... Sonra merakla sordu: - Sen ne yapacaksın? Payidar omuzlarını kaldırdı: - Bilmiyorum, belki çıkar dolaşırım. Sedat'ın kaşları çatılmıştı. Sert bir sesle: - Bak Payidar, bir şeyde anlaşalım, yanında ben olmadan bakkala dahi gitmek yok. Beni bekle, birlikte çıkar gezeriz. Payidar şaşırmıştı ama bir şey diyemedi: - Peki, nasıl istersen... diye mırıldandı sadece. Bundan sonraki hayatının şekli belli olmaya başlıyordu yavaş yavaş. Bu hayatın uğruna namusunu, şerefini ve özgürlüğünü vermiş, ailesini kaybetmişti... > DEVAMI YARIN