"Sen karışma benim işime!"

A -
A +

Bir şeyler yapabildiğini görmek, ayaklarının üzerine basabildiğini hissetmek ayrı bir güven vermişti genç kadına. Kendini farklı hissediyordu. Ama bu duygularının tavırlarına yansımasını engelleyecek kadar da akıllıydı. Eğer böyle bir sey olursa kocasının ne düşüneceğini biliyor o nedenle içindeki kendine güven hissini açığa vurmuyordu. Zaten bir insan kendine kendisi için güvenirdi. Kendisi mutlu olur, kendisi rahat eder ve aydınlık bakabilme melekesini kazanırdı. Bunun sağladığı her şey kendi içindi... Evinden içeri girer girmez oğlunu yatırdı, hemen mutfağa girdi. Akşam için bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Hülya hanım iki kap yemek vermişti. Onları boşalttı, salata yaptı, sofrayı hazırladı. Divana oturup beklemeye başladı. Oturunca yorgunluğu çıkmıştı. Elleri ayakları ağrıyor, zonkluyordu. Ama harcadığı emeğin karşılığında hayatını sürdürebileceğini bildiği için şikayetçi değildi. Saat sekize doğru geldi Halil. Hiç konuşmadı kapıdan içeri girince. Ters ters baktı karısına sadece. Safiye onun bu tutumuna bir anlam veremiyordu. Yaptığı şey bir suç değildi. Hem kendisi izin vermişti çalışmasına. Üstelemedi. Zaten böyle bir hakkı da yoktu. Yemeği getirdi sofraya. Halil onun yüzüne hiç bakmadan sordu: - Kaçta geldin eve? - Akşam ezanı okunuyordu. Kolaycacık gelebildim. Dediğin yerlerden geldim. Ses çıkartmadı Halil. Sofradaki kuru köfteleri gösterdi bir süre sonra: - Bunlar nereden çıktı, hemen gidip et mi aldın? - Yok Halil, Hülya hanım koydu. Ben ne bilirim et falan almasını... Adam gürültülü bir şekilde boğazını temizledi: - Hah, onu sakın unutma, öyle kendi başına kasaba falan gitmek yok. Ne lazımsa ben alırım. - Tamam Halil... Gitmem öyle yerlere. Biraz durakladıktan sonra çekinerek sordu: - Sen baktın mı iş için? Halil öfkeyle soludu: - Sana ne? Sen karışma benim işime. Sen rahatsın, buldun işini, ne o ben iş bulursam çıkacak mısın işten? Daha da şaşırmıştı genç kadın. Kendisi söylemişti halbuki kocası. "Ben iş bulana kadar çalışacaksın" demişti. Yutkundu. Adeta fısıldadı: - Yok, öylesine sordum. Sen ne istersen onu yaparım. Halil cevap vermedi, yemekten sonra hiçbir şey demeden ceketini alıp çıkıp gitti evden... *** Safiye artık sabahları ezan okunmadan kalkıyor, evini derleyip toparlıyor, kocasının kahvaltısını, çayını hazırlıyor, akşamın yemeğini ayarladıktan sonra oğlunu giydirip yola koyuluyordu. Gidip gelmeyi öğrenmişti. Hülya hanımın yanında bir sürü yeni şey öğrenmişti. Bütün bunlar kendine güvenini arttıyordu. Hülya hanım parasını fazlasıyla ödemişti. Çok memnundu Safiye'den. Onun o saf, tertemiz kalbinin sadece iyilik için çarptığını, karşılaştığı haksızlıkları sessizce kabullenişini anlamış, dürüstlüğüne, çalışkanlığına ve terbiyesine hayran olmuştu. Durmadan ona maddi olarak yardımcı oluyor, giymediği elbiselerinden, evdeki kullanmadığı eşyalarına kadar her gün bir şeyler veriyordu... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.