"Senden hiçbir şey istemiyorum"

A -
A +

Nihal birden dünyanın başına yıkıldığını zannetti. Bütün vücudu buz gibi olmuştu. Yeşil gözlerini kısarak baktı karşısındaki genç adama. Bu sevdiği adam olamazdı. Başını iki yana salladı: - İşte şimdi beni yaraladın Faruk... Ayrılmak istemeni normal karşılayabilirim ama böyle bir teklifi asla... Beni nasıl düşünüyorsun? Bunca yaşanan şeye saygında mı yok senin? Ben senden hiçbir şey istemiyorum. Sana mutluluklar dilerim. Hoşça kal... Başka hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı. Dik durmaya gayret ederek pastanenin kapısından dışarı çıktı. Dışarıda nefis bir hava vardı. Güneş bembeyaz bulutların ardına gizlenmiş, ama varlığını belli ederek ben buradayım diye aydınlatıyordu. Hafif esen rüzgar insanı dinçleştiriyor, kendine getiriyordu. Nihal birkaç adım attıktan sonra sendeledi. Başı dönüyor, dünyanın ağırlığı altında eziliyor gibiydi. Duvara tutundu. Göz pınarlarına yerleşen damlaların akmasını önlemek için dişlerini sıkıyordu. Hayatı bitmişti artık. Bundan sonra neler olacağını bilemiyor, sağlıklı hiçbir şey düşünemiyor, sadece çok sevdiği bir insanı kaybetmenin duygusal yoğunluğunu yaşıyordu. Zorlukla yürüdü. Faruk'un para yardımı teklif etmesi gururunu incitmişti... Onun arkasından koşup gelmesinden çekinerek adımlarını hızlandırdı. Otobüs durağına gelmişti. Nereye gittiğine bakmadan ilk gelen otobüse bindi. En arka sıraya geçip oturdu. Artık daha fazla engel olamadığı için yanaklarına dökülen sicim gibi gözyaşlarını parmaklarının ucuyla sildi. Bağırmak istiyordu. Korkuları gerçek olmuştu. Bundan sonrası?.. Bundan sonrası hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Eliyle gayri ihtiyari karnını tuttu. Bir can taşıyordu bedeninde. Kendi kendine mırıldandı: "İyi ki söylemedim hamile olduğumu. Yoksa mecbur kalacaktı... Belki de başının çaresine bak diyecekti... O zaman daha da çok yıkılacaktım... Ben ne yapacağım şimdi?!." Yaklaşık yarım saat kadar inmedi otobüsten. Sonunda şoförün sesiyle irkildi: - Son durak! Buraya kadar... Yavaşça indi otobüsten. Nerede olduğunu bilmiyordu. Artık mahallede kalamazdı. Beş ay sonra doğacak çocuğunun hesabını kimselere veremezdi. Çünkü Faruk'la olan birliktelikleri resmen değil, dinî nikahla yürümüştü... Nüfusta kimin üstüne kaydettirecekti?.. Dudaklarını ısırdı. Ellerini cebine sokarak ağır ağır ilerledi. Deniz kenarına gelmişti. Bir süre kımıldamadan denize baktı. Her şeye son verebilirdi. Karnındaki yavrusunu da kendisini de bir tek hamleyle çekip çıkartabilirdi bu hayat denen fırtınanın içinden. Bir adım daha attı kıyıya doğru. O anda içinden yükselen ses durdurdu daha fazla ilerlemesini: "Sen neler düşünüyorsun?!. Peki ya o minicik can? Onun ne suçu var?!." Ilık bir şey yükseldi bedeninden. Gözlerini kapattı. İnledi: "Faruk! Ah Faruk! Neden karşıma çıktın? Sana yalvardım defalarca, yürümez bu ilişki, beni bırak diye çırpındım... İnandım sana, güvendim..." İçindeki ayrılık acısı yüreğini parçalıyor, canını acıtıyordu. Ama yavaş yavaş "bundan sonrasının" korkuları yüklenmeye başlamıştı. Şaşkın, bitkin ve çaresizdi. Kıyıya çömeldi, sessizce ağlamaya başladı. İntihar hem günah hem de çare değildi ki!.. > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.