Küçük kız elinde sofra tepsisi ile girdi içeriye. Sessizce hazırladı sofrayı. Yemeği getirdi, bez torba içindeki ekmekleri ağabeyine uzattı. Evde ekmeği erkekler keserdi. Baba evinde böyle görmüşlerdi. Yemekleri koydu ortaya. Beklemeye başladı. Ağabeyi başlamadan yemeğe başlayamazdı. Hasan eliyle ortadan böldü ekmeği. Karısına ve kardeşine uzattı, sonra kaşığını aldı: - Haydi bakalım Bismillahirrahmanirrahim... Yemek boyunca başını kaldırmadı Safiye. Ağabeyi ile yengesi konuşuyorlardı, onları dinlemekle yetindi. Yemekten sonra fırladı, sofrayı topladı, bulaşıkları yıkadı, ağabeyinin kahvesini yaptı. Sonra odanın bir köşesine çekilip oturdu. Hasan sigarasından derin bir nefes çekip teneke kül tablasına bastırdı. - Haydi, yatalım artık. Ben yorgunum. Böyle söyledikten sonra ayağa kalktı. Kapıdan çıkarken yan gözle baktı kardeşine. Bir şey demeden çıktı. Şükriye ise sinsi bir öfkeyle süzdü küçük kızı. Alaycı bir gülümseme ile: - Neden sokak kapılarında oturduğun belli oldu artık. Hiçbir şey anlamamıştı Safiye'cik bu sozlerden. Çocuksu bir hayretle baktı yengesine. Onun imalı tebessümlerinin ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken Şükriye de odadan çıktı... *** Hasan kapının önünde bekleyen kahveci Ahmet'in çırağına seslendi önlüğünü çıkartırken: - Tamam Hüseyin, hemen geliyorum. Kayınpederi Muhsin efendiye döndü: - Baba, ben kahveye kadar gidip geleceğim, bizim Safiye'ye bir kısmet çıktı, gidip bir göreyim. Muhsin efendi kalın kaşlarını kaldırdı: - İyi de geç kalma... İşimiz çok. Cevap vermedi Hasan. İçinden öfke ile söylendi kendi kendine: - Az kaldı, istediğim başlığı alırsam senin ağız kokunu koklamayacağım artık... Çırak Hüseyin'in peşinden kahveye doğru acele adımlarla yürüdü. Kahvede tanıdık yüzler vardı. Artık hasat mevsimi geçip gittiği için köyde tarla işi ile uğraşan bütün erkekler zamanlarını bu küçük, havasız ortamda birbirleriyle tavla oynayarak, sohbet ederek geçiriyorlardı. İçeri girdi: - Selaymünaleyküm ağalar... Mırıltılar halinde cevaplar yükseldi. Etrafına pek aldırmadan ocağa doğru yürüdü. Ahmet onu görünce çırağına seslendi ellerini kurularken: - Hüseyin, sen hemen ocağa geç bakalım, dalga geçme. Sonra Hasan'ın yanına geldi: - Halil geldi aslanım, senin verimkârlığına da pek sevindi. Yalnız sen de insaflı davran. Bu kısmeti bir daha kolay kolay bulamazsın. O nedenle akıllı hareket et. Hasan etrafına bakarak başını salladı: - Tamam, merak etme. Ahmet ocağın en yakınındaki masaya yürüdü. Hasan da peşinden. Masada oturan, uzun boylu, esmer, geniş alınlı, hafif şakakları dökük, küçük yeşil gözleri olan bir adamdı. Onların geldiğini görünce ayağa kalktı: - İşte Halil bu Hasan. Benim hanımın akrabası. Tanışın bakalım. Ahmet biraz soğuk ve tedirgin bir şekilde elini uzattı: - Hoş geldin birader. - Sağolasın Hasan kardeş... Oturdular. DEVAMI YARIN