Tamer eve döndüğü zaman vakit gece yarısını geçmişti. Sessizce kapıyı açtı ve içeri girdi. Ayaklarının ucuna basarak salona geldi ve verandaya çıktı. Hasır koltuklardan birine bıraktı kendini. Bir sigara yaktı. Beyni uyuşmuş gibiydi. Hiçbir sağlıklı düşünce belirmiyordu kafasında. Yaşadığı olayın şokundaydı. Birden arkasında bir hışırtı duydu ve süratle döndü. Haydar Bey verandanın kapısında durmuş oğlunu seyrediyordu. Tamer dudaklarını ısırdı: - Sen miydin baba? Uyandırdım mı? Haydar Bey sakin bir tavırla gelip yanındaki koltuğa oturdu. Karşılarında adalar gecenin karanlığı içinde belirgin bir silüet halinde görünüyordu. Ay bulutların içinden yüzünü göstermek için çırpınıyordu âdeta. Ama kapkara kalabalık bulutlar, bir savaş kazanmış edasıyla ayın bu çabalarını boşa çıkartıyorlardı. - Sen uyandırmadın. Ben seni bekliyordum. Tamer hayretle baktı babasına. Uzun zamandır birlikte konuşmamışlardı. Bir süre sessizce ikisi de denizi seyrettiler. Sessizliği bozan Haydar Bey oldu: - Öğrendin değil mi? Tamer irkildi. Saatlerdir tek başına başa çıkmaya çalıştığı olay ortaya dökülecekti. Korkusunun sebebi kendine bile itiraftan sakındığı şeylerin ortaya çıkmasıydı. Başını salladı: - Evet, haberlerde gördüm. Haydar Bey derin bir nefes aldı: - Bir sene burada kalacak... Tamer hayretle döndü: - Nereden biliyorsun, gördün mü? Yaşlı adam başını salladı: - Evet gördüm. Beni aradı gelince. Kaldığı otele gittim. O da burada! Tamer sormak isteyip de soramadığı sorunun cevabını alınca gözlerini kapattı. Konuşamıyordu. Boğazına bir yumruk yerleşip oturmuştu sanki. İlk defa yaşıyordu böyle bir şeyi. Yıllardır çevresindeki insanlardan duyduğu evlat duygusu buydu demek ki. Kendi kanından, canından bir parça... Hiç görmesen de, bilmesen de öylesine tuhaf bir yakınlık ki... Titreyen bir sesle fısıldadı: - Erkek mi? Haydar Bey gayet sakin cevap verdi: - Çok ama çok güzel bir kız... Tamer açılmıştı. Tekrar fısıldadı: - Adı ne? - Hazal... Adı gibi ceylan... Sana benziyor Tamer...