Elmas hiç konuşmuyordu. Bir robot gibi söyleneni yapıyor, hiçbir şeye itiraz etmiyor, canlı bir ceset gibi yaşıyordu. Şefika Hanım kızının durumundan endişeliydi. Tedirgin gözlerle süzüyordu kızını. Dudakları kilitlenmiş bir haldeydi Elmas'ın. İstanbul'a gelir gelmez kayınpederinin evine yerleşmişlerdi. Hayrettin kesenin ağzını açmıştı. Şefika Hanım bu bonkörlüğün nedenini çok düşünüyordu. Tevfik elden kaçırılmaması gereken bir fırsat değildi. Ne parası vardı, ne de bir becerisi vardı. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Hayrettin Beyin bu alakası, bu cömertliğinin başka bir sebebi olması gerekiyordu. Hayrettin Bey bir karşılık almadan bir şey verecek bir insan değildi. İstanbul'a geldiklerinin ertesi günü kendilerine verilen odalarında Elmas'la birlikte bavullarını düzenlerlerken bu kuşkusunu dile getirdi: - Neden, neden olduğunu bir türlü anlayamıyorum... Şu hale bak, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda... Bu bonkörlük niye? Babanın kara kaşı, kara gözü için değil herhalde! Elmas ilk defa ağzını açtı bu sözler üzerine, alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarının kenarında: - Bunu anlamayacak ne var anne! Babamın değil, benim kara kaşım kara gözüm için elbet... Baksana haline, adama mı benziyor başka bir şeye mi? Gözlerinin altındaki karalardan belli alışkanlıkları, geldiğimizden beri bir gün ayık değil... Bu adamı evlendirecek bir aptal buldular. Ellerinden kaçırmak istemiyorlar... Şefika Hanım korkuyla açmıştı gözlerini bu sözler üzerine... Yutkundu sadece. Elmas başını iki yana salladı: - Ben bitmişim anne, bitmişim artık... Ah Ahmet!.. Kim bilir ne haldesin şimdi? Hayrettin Beyle Tevfik ortaklıkları için gereken işlemler peşinde koşturuyorlardı. Hayrettin Beyin iri burunlu karısı Zaliha ise evde bir anda bu kadar misafir bulunmasından doğan rahatsızlığını saklamaya gerek duymadan dolanıp duruyordu. Şefika Hanımla asık bir suratla konuşuyor, hele Elmas'tan hiç hazzetmediğini her fırsatta ortaya koyuyordu. Oğlunun bu denli sorumsuz ve agresif olmasının tek sebebi annesiydi. Onu gereğinden fazla şımartmış, her türlü zorluğunda önüne gerilmiş, ona kişiliğini kazandıramamıştı. Haydar tam anlamıyla bir serseriydi. On beş yaşından askere gidene kadar uyuşturucu kullanmış, askerden hemen önce tedavi görmüştü. Hayrettin Bey o zaman asker ocağının onu adam edeceğine inanıyordu. Ama iki kere askerden kaçmış, bu nedenle on sekiz ay sürecek askerlik otuz altı ay sürmüştü. Asker dönüşünde de bir baltanın sapı olmak yerine bütün gün sokaklarda kendi gibi serkeş arkadaşlarıyla birlikte kadın kız peşinde koşturuyor, akşamları ise meyhane meyhane dolaşarak kütük gibi sarhoş bir halde eve dönüyordu. Her gün babasından neredeyse bir ailenin bir aylık geçim parası kadar harçlık alıyor, har vurup harman savuruyordu. Karı koca bu genci adam etmenin onu evlendirmekle mümkün olacağına karar vermişlerdi. Ama bulundukları çevrede Haydar'a kız verecek bir tek tanıdıkları, ahbapları bile yoktu, olamazdı da. Herkes onun ne olduğunu biliyordu. Hiç kimse kızını Hayrettin Beyin sunduğu maddi değerler uğruna böyle bir ateşe atmaya yanaşmıyordu. Bunu yapan bir tek insan vardı belki koca memlekette, o da Tevfik'ti. Hayrettin Bey büyük bir şans eseri olarak bu tek insanla karşılaşmıştı. Yanan, harcanan Elmas olmuştu tabii ki... > DEVAMI YARIN