Bostancı'nın deniz manzaralı en lüks apartmanlarından birinin ikinci katında ışıklar vakit sabaha karşı olmasına rağmen hâlâ yanıyordu. Şevket Bey ve Şefika Hanımın büyük oğlu Yavuz'un evinde haftada en az iki defa gerçekleşen arkadaş toplantılarından birisi vardı. Gece geç vakte kadar yenilip içilmiş, ondan sonra da oyun masaları kurularak sabaha kadar sürecek poker partisi başlamıştı. Yavuz'un karısı Tülay çevresi çok geniş olan, İstanbul sosyetesinin bilinen simalarıyla birlikte toplantılarda, partilerde, çeşitli etkinliklerde her zaman boy gösteren bir kadındı. Ailesiyle birlikte yaşadığı hayatı evliliğinde de devam ettiriyor, kocasının ailesinden çok farklı bir tarzda hayatını sürdürüyordu. Yavuz da bu hayata alışmıştı ve hoşlanıyordu. Sabaha karşı beş buçuk sıralarında son misafirlerini de uğurladıktan sonra kendisini büyük salondaki İtalyan tarzı koltuklardan birine attı Tülay: - Ay ay ay! Öldüm yorgunluktan... Tek hizmetçi yetmiyor Yavuz, bir kişi daha alalım. Yavuz kravatını çıkararak sandalyelerden birinin arkasına astı, gömleğinin üst düğmesini çözdü. Karısının karşısındaki koltuğa oturup ayaklarını sehpanın üzerine uzattı: - Nasıl istersen öyle yap hayatım. Ben de yoruldum, uykum geldi çok... Tülay başını pencereye çevirdi: - Havaya bak ayol! Kıyamet kopuyor sanki... Pencereden Adalar ve Çınarcık kıyıları görünüyordu. Simsiyah denizin üzerinde çakan şimşekler insanı ürpertiyordu. Deniz kabarmış, sert ve iri dalgalarla vuruyordu kıyıya. Yavuz keyifle gözlerini kapattı: - Tam yatılacak hava... Yarın geç gideceğim... Kayınpederinin holdinginde genel müdür olarak görev yapıyordu Yavuz. İşletme Fakültesini bitirmişti. Tülay omuzlarını silkti: - Ben senin yerinde olsam hiç gitmem... Sabah babama telefon ederim istersen... Yavuz cevap vermedi... Gece oldukça fazla yemiş ve çok içmişti. Tülay ayaklarını uzatıp vücudunu gerdi: - Şafak'la karısı boşanacakmış... Sana bir şey söyledi mi? Genç adam gözlerini açtı: - Geç bile kaldılar. Öyle evlilik mi olur? Kendilerini rezil ediyorlar. Tülay omuzlarını kaldırdı: - Kabahat Şafak'ta ama... Bu kaçıncı çapkınlığı. Kadının bir gururu var, değil mi yani!.. Önemsemez bir tavırla burun kıvırdı Yavuz. Birkaç saniyelik bir suskunluktan sonra mırıldandı: - Annemleri de hiç aramadım kaç haftadır. Sabah bir telefon edeyim bari... Tülay'ın yüz şekli hemen sertleşmişti. Kaşları çatıldı: - Bir şey olsa hemen ararlar merak etme... İyilerdir... Oldum olası kocasının ailesine ısınamamıştı. Onları küçümsüyor, basit buluyordu. Kayınvalidesine ve kayınpederine hiçbir zaman "anne" ve "baba" diye hitap etmemişti. Onlar onun için Şevket Bey ve Şefika Hanımdı. Zorunlu olduğu hallerde bir arada oldukları zaman hiç konuşmaz, bir köşeye çekilir ve ayrılana kadar hiç konuşmadan surat ederdi. Yavuz karısının bu davranışının farkındaydı ama hiçbir şey söyleyemiyordu. Çünkü maddi açıdan ona bağımlıydı ve yaşadığı hayatı sürdürebilmesi için ona muhtaçtı. > DEVAMI YARIN