Sabah erkenden uyandı Ahmet. Kalkıp giyindi ve çantasını alarak aşağıya indi. Otelin bir gecelik parasını ödedikten sonra dışarı çıktı. Gelişigüzel yürüdü İçi eziliyordu açlıktan. Az ileride camekanının önünde bağıran simitçiden bir simit aldı. On beş metre ilerideki kıraathaneye girerek bir çay söyledi. Çay servisini yapan delikanlı çok samimi ve sevecen bir gençti. Ahmet'in çayını getirince sormadan edemedi: - Buraların yabancısısın galiba ağabey? - Evet aslanım, yabancıyım. - Memleket neresi? - Zonguldak... - Uzak değilmiş... Hayırdır, burada ne arıyorsun? - Çalışmaya geldim. Bir iş arıyorum. Delikanlının yüzü gerildi. Kaşlarını kaldırıp düşünceli bir tavırla baktı: - Zor iş be ağabey. Her gün otobüsler dolusu senin gibi adam geliyor bu şehre. Ne iş yaparsın ki sen? - Ne iş olsa yaparım. Delikanlı bir sandalye çekip masaya oturdu. Hafifçe eğildi Ahmet'e doğru: - O zaman otur ağabey burada. Buraya zaman zaman işverenler gelir. İnşaat için falan adam toplarlar. Şansın varsa birisine kapağı atarsın. Eğer büyük işse yatacak yer de verirler. Ama şans meselesi. Ahmet'i tepeden tırnağa süzdü: - Mamafih, şansın da olur hani, güçlü kuvvetli görünüyorsun. Buna bakarlar adam seçerken. Tuttuğunu koparacak adamlar ararlar. Sarışın, bıyıkları yeni terlemiş bir gençti kahveci çırağı. En fazla on yedi, on sekiz yaşlarındaydı. Zekice parlıyordu gözleri. Ahmet umutlanmıştı: -Ne zaman gelirler? diye sordu. - Birazdan. En geç sekizde gelip gitmiş olurlar. Tanıdık biri gelirse şayet bir torpil geçerim sana. Ahmet sevinçle teşekkür etti. Çayını yudumlarken simidinden de bir lokma kopartıp ağzına attı. Kahve kalabalıktı. Sabahın bu saatinde bu kadar insanın bulunmasını yadırgamıştı Ahmet. Beklerken etrafını incelemeye koyuldu. Herkesin kendi hayatıyla ilgili bir sürü problemi vardı. İçini çekti. Yeniden Elmas'ı hatırlamıştı. Tam bu sırada kahvede bir hareketlenme oldu. Dışarıya bir kamyonet park etmişti. Kahvedeki yaklaşık on beş kişi kapıya koştular. Kahveci çırağı bir anda yanında beliriverdi Ahmet'in: - Ağabey kalk, geldiler... Ahmet hızla fırladı yerinden. Allah'tan içtiği çayın parasını vermişti önceden. Dışarısı buz gibiydi. Uzun boylu, iri yarı, kalantor bir adam başına toplanan insanların arasından "sen, sen, sen" diyerek birilerini seçiyordu. İşaret ettikleri hemen kamyonetin kasasına atlıyorlar, seçilmenin mutluluğu ile gülümsüyorlardı. Kahveci çırağı kalantor adamın yanına gidip kulağına bir şeyler söyledi. Adam Ahmet'e baktı: - Sen, gel bakalım sen de... Ahmet hemen koştu adamın yanına. Göz ucuyla çırağa baktı minnetle. Çırak bir göz kırptı gülümseyerek. Kalantor adam eliyle kamyoneti işaret etti: - Atla arkaya, bu kadar tamam, gidiyoruz... > DEVAMI YARIN