Ahmet yıldırım gibi fırladı yerinden. Heyecandan masanın üzerindeki her şeyi düşürmüştü. Hastahaneye vardığı zaman Saadet Hanım mutlu haberi verdi. Bir kızı olmuştu ve hem anne hem bebek çok iyiydi... *** Aradan 20 yıl sonra geçmişti... Üniversitenin bahçesi her zamanki gibi kalabalıktı. Kafeteryanın yanındaki ağaçlık alanın altında, çimlerin üzerine serilmiş talebeler, gruplar halinde oturuyorlar, kimi koyu bir şekilde sohbete dalmış, kimi kitaplarına gömülmüş, kimi ise birbirleriyle şakalaşarak ders saatinin başlamasını bekliyorlardı. Nazlı, yanındaki arkadaşının kendisine getirdiği kitabı inceliyordu. - Okumadım bunu... Adını duymuştum ama okuyamadım. İyi oldu getirdiğin. Bir hafta içinde veririm geriye. Aslında daha çabuk okurum ama malum bu ara vizeler var. Genç kız ince yapılı, uzun boylu, açık kumral saçları omuzlarına kadar uzun, iri yeşil gözleri ve minicik burnu ile oldukça güzel bir kızdı. Yüz hatları tıpkı annesine benziyordu. Ama bakışları aynı babası gibi kararlı ve kendinden emindi. Kitabı dikkatli bir şekilde çantasına yerleştirdikten sonra saatine baktı. - Erol gelmedi daha... Erken gelirim demişti... Yanındaki genç kız ise kısa boylu, hafif toplu, ama çok sevimli bir yüzün sahibiydi. - Gelir yaa.... Zavallı çocuk, ta nereden geliyor biliyor musun? Tek bir otobüs işliyormuş. Kaçırdı mı yandı... Bir de otobüs durağına kadar neredeyse yirmi dakika yürüyormuş. Nazlı gözlerini kıstı: - Biliyorum, çok fakir bir aile... Ama ne değişir ki.. Öyle efendi, öyle sağlam karakterli bir çocuk ki... Betül manalı bir şekilde güldü arkadaşına: - Biliyoruz, biliyoruz, laf söyletmezsin... Şaka bir yana, gerçekten sağlam çocuk. Ama ailen bu arkadaşlığa ne diyecek bilmiyorum. Anneannem hep "davul bile dengi dengine çalar" derdi. O kadar büyük bir uçurum var ki aranızda... Hülya teyzeyi bilmem ama Ahmet amcanın bu arkadaşlığa pek onay vereceğini sanmam... Nazlı dudaklarını ısırdı: - Onların bu konudaki fikirlerini bilmek değil tahmin bile edemiyorum Betül. Aslında babam insanlığa, doğruluğa, dürüstlüğe önem verir ama sosyal konumları açısından insanların değerinin onda ne kadar öncelikli olduğu konusunda bir fikrim yok inan ki. Hiç böyle bir konumuz olmadı ve çevremizde Erol'un durumunda olan hiçbir tanıdığımız bile yok.... Bu sırada uzun boylu, kara kaşlı ve kara gözlü bir genç yaklaştı yanlarına. Elmacık kemikleri çıkık, biçimli bir çenesi ve yüzüne yakışan bir burnu vardı. Bakışlarının derinliklerine gözden kaçmayan bir hüzün bulutu yerleşmişti. Son derece anlamlı bir ses tonuyla merhabalaştı iki genç kızla: - Kimin dedikodusunu yapıyorsunuz bakayım?!. Betül korkmuş gibi yapıp başparmağıyla damağını kaldırdı: - Ay, ödümü patlattın! Kimin dedikodusu olacak, tabii ki senin? Kim bilir kimlerle nerelerde geziyor diye konuşuyorduk, saat kaç oldu, nerede kaldın, kızın gözleri yollarda kaldı da!... Erol, sevgiyle döndü Nazlı'ya: - Merak ettin canım biliyorum ama geç uyandım. Annem uyandırmadan gitmiş işe. Ben kalkamadım. Nazlı gülümsedi: - Önemli değil Erol. Sadece merak ettim. > DEVAMI YARIN