Uğur taksinin parasını verdikten sonra bir gün önce geldiği otelin kapısından girdi. Resepsiyondaki adama gülümsedi, cebinden cüzdanını çıkarttı: - Ben hesabı kapatmaya ve valizimi almaya geldim. Resepsiyondaki genç başını eğdi: - Tabii beyefendi, hemen, siz valizinizi alın ben faturanızı keseyim. Bir hafta önce tuttuğu otel odasına her gün evden parça parça eşya taşımıştı. Kıyafetlerini çoğunlukla üst üste giymiş, dükkana gitmeden otele uğrayıp valize yerleştirmişti. Kendisine gerekli olabilecek her şeyi taşıması bir hafta sürmüştü. Orta boy bir valiz olmuştu. Hemen odasından onu alıp aşağıya indi. Hesabı ödedi. Sonra saatine baktı: - Bu gece on birde uçağım kalkacak. İstanbul'a en hızlı nasıl giderim. Terminali arasak hemen kalkan bir otobüs var mı acaba? Resepsiyondaki memur atıldı: - Hiç aramaya gerek yok. Bizim otelin arabası on beş dakika sonra İstanbul'a gidecek. Sizi onunla gönderelim. Uğur çok sevinmişti bu habere. Keyifle gülümsedi: - İşte dört ayak üstüne düşmek diye buna derim ben. Çok iyi olur. Masrafım neyse veririm. - Estağfirullah efendim. Araba zaten gidecek. Lobiye geçip beklemeye başladı. Pasaport işlemlerini on gün önce halletmişti. Üç gün evvel de biletini almıştı. Almanya'ya gidiyordu. Orada ağabeyini bulacak ve hayatını artık orada sürdürecekti. Bunu uzun düşüncelerden sonra kararlaştırmıştı. Burada kalmak, ne Neriman'ın, ne de doğacak çocuklarının sorumluluğunu almak istemiyordu. Mutsuz olacaktı. O gece Erol'la yemek yerken kararlaştırmıştı bunu. Ona da bir şey söylememişti. Çünkü Erol'un yaklaşımı farklıydı. Kendisini teselli etmekten çok nasihat etmeyi yeğlemişti arkadaşı. Ayrı bir şansı da biletinin bugüne olmasıydı. Neriman'ın doğumuyla aynı güne denk gelmesi bulunmaz bir fırsattı. Bu sayede doğan bebekleri de görmek zorunda kalmayacaktı. "Eğer kalsaydım" diye düşündü, "eğer kalsaydım ölecektim. Bunalacaktım, kaldıramayacaktım. Yapamayacaktım, etrafımdakileri de mutsuz edecektim." Bu düşünceler içindeyken resepsiyon görevlisinin sesini duydu: - Araba hazır beyefendi, gidiyor. Teşekkür ederek valizini aldı. Otele ait minibüs kapının önündeydi. Şoför otuz yaşlarında ince, uzun, bıyıklı bir gençti. Saygıyla selamladı Uğur'u: - Hoş geldin ağabey... Hemen kalkıyoruz. Valizi arka tarafa koyup atladı ön tarafa. Biraz sonra hareket ettiler. Son bir defa dönüp baktı Uğur. Artık buralara bir daha dönmeyi düşünmüyordu. Minibüs hızla ilerliyordu. Kavşaktan dönüp şehir merkezinin içine girdiler. Devlet hastanesinin önünden geçerlerken hastane kapısından telaşlı bir şekilde çıkan anne ve babasını gördü. Dudaklarını ısırdı. Usulca mırıldandı: "Hoşça kalın, bunu siz istediniz. Sen de hoşça kal Neriman!.." > DEVAMI YARIN