Yemek bittikten sonra hepsi sedire oturdular. Davut tok bir sesle bağırdı içeriye: - Zübeyde! Aliye'ye söyle kahve yapsın! Muhtara bir göz kırptı ardından: - Kızı bir görsün hele Ali Rıza ağamız. Ali Rıza sırıttı: - Hah, hah, hah... Değil mi ya? Ha, hah, hah. Davut ciddileşti: - Ağam şu işi bir neticelendirelim. Paranın yarısını peşin verirsin. Malum alışveriş falan. Kalanı da düğünden sonra. Bana böylesi uyar. Ali Rıza başını salladı: - Tamam canım orasını merak etme. Alışverişe benim arabayla gideriz. Adana'ya gidelim. Bir de kebap yediririm size orada. Ne lazımsa alırız. Şanımıza yakışsın değil mi ya? Hah, hah, hah... Bu sırada Zübeyde Hanım girmişti odaya. Sessizce sofrayı topluyordu. Davut sertçe seslendi: - Kahve dedim kadın! Duymadın mı? Başını çevirmeden cevap verdi Zübeyde: - Yapılıyor, az bekle, sabredemedin mi? Davut şaşırmıştı bu beklemediği ters cevap karşısında. Şaşkınlıkla misafirlere baktı. Şimdi müdahale edip iki tokat patlatsa yeriydi ama misafirin yanında ve de böyle bir günde yakışık almayacaktı. Dişlerini sıktı: - Çabuk kahveler gelsin, demekle yetindi. Tam kapıdan çıkarken Zübeyde yan gözle baktı kocasına. Onun gözlerindeki ifade neler düşündüğünü anlamasına yetmişti. Misafir gittikten sonra canı yanacaktı Zübeyde'nin. Odadan dışarı çıktı."Benim zaten içim parçalanmış Davut! Sen canımı yaksan ne olacak ki, yakacağını yaktın zaten, dağladın beni, bundan sonrası acıtmaz" diye geçirdi içinden. Aliye kahveleri yapıyordu: - Hadi güzel kızım, yap şu kahveleri de götür içeri. - Ana, ben mi götüreceğim, ya o adam bana bir şey yaparsa? - Korkma kuzum sen. Ben var oldukça kimse sana bir şey yapamaz. Sen anana güven bebeğim. Aliye ürkek adımlarla girdi odaya. Gözlerini kahve fincanlarına dikmişti. Davut sanki bir tüccar gibi böbürlenerek döndü Ali Rıza'ya: - İşte ağam, kızımız bu. Biraz ufak tefektir ama kısa sürede semirir. Ali Rıza gevrek gevrek güldü: - Hah, hah, hah... Maşallah, pek de körpeymiş...Oldu bu iş Davut... Aliye elleri ayakları titreyerek yaklaşıp kahve tepsisini uzattı. Hiç kafasını kaldırmıyordu. Korkudan bir kuş gibi çırpınıyordu yüreği. Kahveleri dağıttıktan sonra koşar adımlarla çıktı odadan. Mutfak kapısında bekleyen anacığının kollarına atılıp hıçkırmaya başladı. Zübeyde Hanım da ağlıyordu. Bağrına bastı kızını: - Ağlama bebeğim benim. Ben seni vermeyeceğim. Ne pahasına olursa olsun vermeyeceğim o adama. Sarıldılar. Dakikalarca öyle kaldılar. Aliye anasının kucağında, başını onun omzuna koymuş içini çekiyordu. *** Davut ağa misafirlerini bahçe kapısına kadar uğurladı Hasan'la birlikte. Hüseyin inmemişti bahçeye kadar. Oturma odasında kalmış, sedirin üzerinde oturuyordu. Davut bahçe kapısını kapattıktan sonra hızlı adımlarla eve yürüdü. Kapıdan girer girmez kükredi: - Zübeyde! Buraya gel! DEVAMI YARIN