Otobüs İstanbul'a girdiği zaman gece yarısı olmuştu. Terminale gelene kadar birçok yerde durup kalkmışlardı. Muavin şoför mahallinin yanında durup: - Geçmiş olsun sayın yolcularımız, diye bağırdığı zaman Ahmet yavaşça hareketlendi. Hiç bilmediği, nereye gideceği hakkında hiçbir fikri olmadığı bu şehirde korkutucu bir uğultu ve kalabalık vardı. Vakit gece yarısı olmasına rağmen sanki şehrin bütün yaşayanları ayaktaydı. Otobüs terminalindeki seyyar satıcılar, yolcular, gelenler, görevliler, değnekçiler hep bir ağızdan bağrışıyordu. Ahmet otobüsten inip etrafına bakındı. Samim Ustanın söyledikleri aklındaydı: "Aman oğlum, orada üç kağıtçıların eline düşme sakın. Yakınlarda ucuz oteller vardır. Birine gir ve geceni geçir. Gündüz vakti daha kendine uygun bir yer bulursun. Ama gider gitmez hemen bir yere git ve temiz bir uyku çek. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur unutma. Kimselere aldanma, kanma!.." Ağır ağır yürüdü terminal dışına doğru. Kimseye bir şey sormamaya kararlıydı. Kafasını sağa çevirince ışıklı panolarda onlarca "Hotel" yazan bina vardı. Sevinerek yürüdü o tarafa doğru. Binalardan birine girdi. Resepsiyona doğru yürüdü Şişman, genç bir adam, uykulu gözlerle baktı yüzüne: - Hoş geldiniz ağabey... - Hoş bulduk kardeşim. Bir oda bakmıştım. Ama fiyatlarını öğreneyim önce... - Yaparız bir şeyler ağabey. Bir kişisin değil mi? Banyolu mu olsun? - Yok, banyo falan istemem. Bir yatak yeter. Delikanlı hemen önündeki büyük defteri açtı, biraz karıştırdıktan sonra: - Ağabey bir odam var, küçüktür ve ucuzdur. Vereyim mi? - Ne kadar? - Yüz lira... Ahmet hayretle baktı karşısındaki adama: - Yüz lira mı? Çok pahalıymış be kardeşim. Ben yabancısıyım buraların, o kadar param da yok. Bir gece kalacağım. - Sana yetmiş beş liraya veririm ağabey bu odayı. Daha da ucuzunu bulamazsın. Ahmet yola çıkmadan Samim Usta beş yüz lira koymuştu cebine. Elli lira kadar da kendi parası vardı. Çaresiz kabul etti. Odasına çıktığı zaman buranın kümes kadar olduğunu gördü. Ürkmüştü Ahmet. Çantasından pijamasını çıkartıp giyindi. Yatağın içine girdiği zaman hem yaşadıklarından kaynaklanan gönül yorgunluğu, hem de yolculuğun verdiği beden yorgunluğundan olsa gerek vücudunun gevşediğini fark etti. Uykusu vardı ama uyuyamıyordu. Elmas'ı düşünmeye başladı. Genç kızın yaşlı gözleri geldi aklına. Dudaklarını ısırdı. Ardından annesinin üzgün bakışları dikildi gözlerinin önüne. Kendi kendine mırıldandı: "Hayat daha neler gösterecek bize, kim bilir... Allah'ım yardım et!.." Nereden başlayacağını bilmiyordu. Bir karar vermiş ama bu kararı uygulayacağı ögelerin hiç birini oluşturmamıştı. Her şey boşluktaydı. "İnşallah işlerim yolunda gidecek, buna inanıyorum..." diye söylendi. Biraz sonra göz kapaklarına çöken ağırlıkla mücadele etmeye başladı. Çok geçmeden dalıp gitti. Karanlık, bu yenilgide başrolü oynamıştı... > DEVAMI YARIN