"Ya Orhan samimi değilse?"

A -
A +

Saadet ayağa kalkmıştı. Kızının yanına gelip sevgiyle öptü onu. Gülay şımarık bir tavırla bağırdı: - O zaman arkamı da ört anne, açık bir yer kalmasın, üşüyorum sonra... Saadet ışığı kapatıp odadan çıkarken bir kez daha baktı arkasını dönüp. Gülay'ın bebekliği geldi aklına. İlkokula gittiği günler, ortaokul günleri... Her gece böyle yatırırdı kızını. Usulca kapattı kapıyı. Gülay annesi odadan çıktıktan sonra gözlerini açtı. Karanlığa alıştıktan sonra tavana bakmaya başladı. Orhan'ı düşünüyordu. Hoşlanıyordu o genç adamdan ve onun da kendisine karşı ilgisiz olmadığını biliyordu. Ne lise, ne üniversite yıllarında duygusal bir arkadaşlığı olmamıştı kimseyle. İlk defa birisine karşı böyle duygular hissediyordu. Bunu annesine itiraf edebilmesi için biraz zamana ihtiyacı vardı: "Ya Orhan duygularında samimi değilse, o zaman ne derim anneme?" diye düşündü... *** Birinci Kordondaki kafeteryalardan birisinde oturmuştu Kamil Bey. Bir fincan çay ve yanında İzmir'in meşhur boyozundan söylemişti. Boyoz İzmir'e mahsus bir çörekti. İzmir'den başka yerde bulmak imkânsızdı. İzmirlilerin dışındaki kişilerin tanımadıkları bu lezzetli çöreğin yanında mutlaka bol karabiberli haşlanmış yumurta yenirdi. Yanında da bir bardak demli çay olursa yiyen için bir ziyafet halini alırdı. Boyoz İzmir'de eskiden yaşayan levantenlerin getirdiği bir şeydi. En meşhur yapıldığı yer Alsancak'tı... Garson bir adet haşlanmış yumurta, iki tane boyoz ve bir fincan demli çayı yaşlı adamın masasına bıraktı. Feridun Bey o gece baldızına gitmişti. Günlerden de pazar olduğu için gününü baldızının evinde geçirecekti. Kamil Bey istemişti bunu. Kendisi de biraz dinlenmek istiyordu. Sabah kahvaltı etmek için erken kalkmıştı ama birden aklına esti, otel yerine körfeze karşı Kordon'da İzmir'in meşhur boyozuyla karnını doyurmayı tercih etti. Büyük bir parça ısırdı elindeki çörekten, mükemmel bir lezzeti vardı. Bir parça daha ısırdı ardından. Arkasına dayandı. Bir gazete almıştı, çayından bir yudum içti. Bir lokma daha ısırdı. Az sonra iki çöreği de bitirmiş, ama lezzetine doyamamıştı. Elini karnında gezdirdi: "Yemeyeyim artık, çok lezzetli ama bayağı yağlı!" diye söylendi kendi kendine. Gazetesini açıp okumaya başladı. Hava son derece güzeldi. Zaten nerdeyse haziran ayına giriliyordu. İzmir'de nisan dedi mi yaz geldi sayılırdı. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadan saat on bire kadar oturdu kafeteryada. Gazetesinin de okumadık tek satırını bırakmamıştı. Bundan sonra niyeti otele dönüp bir duş almak, ardından uzanıp mis gibi bir uyku çekmekti. Tam ayağa kalkıyordu ki arkasından birisinin seslendiğini duydu: - Kamil Bey, Kamil Bey siz misiniz? > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.