Zaliha hanım, sanki oğlu bulunmaz Hint kumaşıymış gibi bir de kaynanalık yapıyor, sarılıp Elmas'a teşekkür etmesi gerekirken ona küçümser ve kıskanç tavırlarla bakıyordu... Elmas böyle bir cehennemin içine düştüğünü görebilecek kadar zeki bir kızdı ama bundan kurtulamayacak kadar da çaresiz ve güçsüzdü... *** Şefika Hanım telaşla kızının odasına girdi: - Hazır mısın yavrum, şimdi gelecekler... Haydi artık gül kızım.. Olan oldu... Yapacak bir şey yok. Elmas bembeyaz gelinliğinin içinde hareketsiz duruyordu. Bu gece düğünü vardı. Hayrettin Bey evinin yakınlarında bir salon tutmuş, hemen gereken alışverişler yapılmış ve alelacele, yangından mal kaçırır gibi düğüne kalkışılmıştı. Elmas içinse bir şey fark etmiyordu. Hayatının zaten bitmiş olarak görüyordu genç kız. Herkes çılgınca eğleniyor, çılgınca oynuyordu. Bir ara kendini unuttu Elmas. Hayallere daldı. Gözlerinin önünde Ahmet'in hayali vardı. Dudaklarına sevgi dolu bir gülümseme yerleşivermişti. Çevresindeki hiçbir şeyi görmüyor, sadece hayalindeki görüntülerin arasında yaşıyordu. Akıl sağlığını yitirmek üzereydi sanki. Birden tok bir sesle kendine gelip acı gerçeğe döndü: - Ne sırıtıyorsun durduk yerde? İrkildi. Sesin sahibine dönüp baktı. Kocası Haydar'dı. Suratını ekşitmiş sert bakışlarla süzüyordu kendisini. - Hiç, farkında değilim... -Kadın dediğin durduk yerde sırıtmaz. Çarparsam hayatın boyunca sırıtamazsın bir daha. Otuz iki dişini dökerim. Adam gibi otur. Başımı belaya sokma. Elmas önüne baktı. Hayallerini bile kuramayacaktı artık. Bir kafese kapatılmış gibi hissediyordu kendisini. Hayat hiçbir anlam taşımıyordu artık. Düğün geç vakte kadar sürdü. Herkes yorgundu orkestra paydos dediği zaman. Hayrettin ve Tevfik fıçı gibi içmişlerdi. Ayakta zor duruyorlardı. Yeni damat Haydar'ın da onlardan aşağı kalır yeri yoktu. Zaliha Hanım burnu havalarda misafirleriyle konuşuyor, arada bir küçümser gözlerle dönüp dünürlerine ve gelinine bakıyordu. Kocasının kendi fikrini almadan biricik oğluna kız bulmasını hazmedememiş, bunun acısını da Elmas'tan çıkarmaya karar vermişti. Herkes gücünün erişebildiğini yıkıp parçalamaya hazırdı. Gücü kimseye yetmeyen tek kişi vardı: O da Elmas! Düğün bittikten sonra Tevfik ve Şefika Hanım kendileri için tutulan evlerine gitmek üzere vedalaşmaya başladılar. Elmas artık kocasının yanında kalacaktı. Şefika kızına sarıldı, kokladı onun saçlarını: - Canım yavrum, bahtsız yavrum... diyerek sessizce ağladı. Elmas duygularını yitirmiş gibi duruyordu annesinin karşısında. Babasının elini öptü. Tevfik başını salladı: - Haydi bakalım, yuvanı, kocanı bil artık. Artık biz sana eliz. Senin yuvan, ailen, anan, baban burada. Kocanla beraber istediğiniz zaman gelir görürsün bizi. Elmas taş gibi dinledi babasını. Sanki görmüyor, duymuyordu... Zaliha Hanım dudak bükerek baktı gelinine: - Haydi bakalım... Dört ayağının üzerine düştün. Aslan gibi bir koca, zengin bir kaynata... Şanslısın... Elmas ses çıkartmadı. Ne yapacağını bilemiyordu. Haydar'ın ayakta duracak hali yoktu. Sallanıyordu durduğu yerde. Birkaç arkadaşının yardımıyla arabaya bindirildi. Elmas'la annesi de yanına oturdu. Elmas'ın artık midesi bulanmaya başlamıştı... > DEVAMI YARIN