Yaşlı adam geçmişinde boğulmaya başlamıştı!..

A -
A +

Nazım Bey duygularını belli etmeyen, hayata karşı acımasız bir kişiliğe sahipti. Kendi doğrularını kanun kabul eder, ona yanlış gelen hiçbir konuda taviz vermezdi asla. Ahmet Fazıl Bey artık ikinci plana atılmanın verdiği huzursuzluğu kendi içinde yaşıyordu. Son günlerde ise geceleri gördüğü kâbus gibi rüyaların etkisiyle geçmişle hesaplaşmaya, hayatındaki, büyük olarak nitelendirdiği yanlışların bedellerini irdelemeye başlamıştı. Kendisini huzursuz eden, vicdanını rahatsız eden hadiseler bir film şeridi gibi gözlerinin önünden gitmiyor, aklından çıkmıyor, geceleri rüyalarını kâbusa dönüştürüyordu. Yaşlı adam geçmişinde boğulmaya başlamıştı... *** Siyah lüks araba sahildeki kafeteryalardan birisinin önünde durdu. Şoför Bahadır hemen inip arabanın arkasından dolanarak arka kapıyı açtı. Ahmet Fazıl Bey gülümseyerek indi arabadan. Denizden gelen yosun kokusunu ciğerlerine doldurarak baktı etrafına. Sonra şoförüne döndü: - Biraz burada kalacağım Bahadır. - Baş üstüne Beyefendi. Yaşlı adam ağır ağır yürüyerek deniz kenarındaki masalardan birine oturdu. Hemen yanında beliren genç garsona döndü: - Bana bir kahve getir oğlum. Sütlü olsun, kahvesi az olsun. Genç garson hızla uzaklaştı. Pahalı güneş gözlüklerini çıkartıp masaya koydu, arkasına yaslandı. Güneş gittikçe yükseliyor, etrafına verdiği sıcaklık onun birkaç saat içinde günün hakimi olacağını belli ediyordu. Birkaç dakika sonra garson kahveyi getirdi. Bu arada şoför Bahadır yakındaki bir bayiden günlük gazeteleri almış masaya bırakmıştı. Göz ucuyla baktı gazetelere. Canı hiçbir şey okumak istemiyordu. Hâlâ gece gördüğü rüyanın etkisindeydi. Başını yola çevirdi. Krem rengi küçük bir arabanın kendi arabasının yanına park ettiğini gördü. İçinden inen uzun boylu, yakışıklı adama gözlerini kısarak baktı. Dudaklarında mutlu bir tebessüm belirdi. Yakışıklı genç adam hızlı adımlarla onun oturduğu masaya yaklaştı: - Fazıl Bey, günaydın... - Günaydın Onur. - Geçerken arabayı gördüm. Hava ne kadar güzel değil mi? Yaşlı adam kendini geriye attı: - Muhteşem... Bahar sanki. Otursana. Onur bir sandalye çekti ve hemen ilişti: - Fabrikaya mı gidiyorsunuz? - Bilmiyorum Onur. Öylesine çıkmak istedim evden. Bunaldım... Onur kaşlarını çatarak eğildi yaşlı adama doğru: - İyi misiniz? Elini kaldırdı Fazıl Bey. Boğazında bir şey düğümlenmiş gibiydi. Yaklaşan garsona seslendi: - Oğlum, bak beyefendi ne istiyor... Onur da bir kahve söyledi. Şaşırmıştı. Ahmet Fazıl Beyin tedirgin bakışları, sararmış yüzü endişelendirmişti onu. Garip bir hayretle dikkatle yoğunlaştırdı bakışlarını: - Bir tatsızlık yok değil mi? Başını iki yana salladı Fazıl Bey. Bir yudum aldı kahvesinden. Biraz toparlanmıştı. Gülümsemeye çalıştı: - Biliyor musun? İnsan yaşlanınca duygusallaşıyor. Öylesine bir yoğunluk ki bu, bir şey olması gerekmiyor. O duygusallığı yaşamak istiyorsan eğer, bir şeyler buluyorsun. Geçmişe dönüyorsun, garip bir şey bu. Olmuş bitmiş şeyleri seriyorsun önüne, onların içinden cımbızla seçiyorsun bir şeyleri ve bilinçaltında biriken o yoğunluğu buram buram yaşıyorsun. Onur şaşkın bakışlarını gezdirdi adamın üzerinde. Söylediklerini dikkatle dinliyor, çözmeye çalışıyordu... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.