Yıkılmış bir halde eve döndüler!..

A -
A +

Kadriye çaresizlikten olduğu yere, odanın ortasına çökmüştü. Dizlerine vurarak ağlıyor, dövünüyordu: - Yavrularım, evlatlarım, güzel kızım, küçük oğlum, ah bir tanelerim, kuzularım, neredesiniz? Harun dişlerini sıkmış, gözlerinden inci tanesi gibi yanaklarına süzülen gözyaşlarını küçük parmaklarıyla yok etmeye çalışıyor, içini çekerek, hıçkırıklarını gizliyordu. Deli gibi kalktı ayağa Kadriye: - Kalk Harun'um, gidip arayalım onları... Kalk bir tanem... Evden hızla çıktılar. Koşarak çarşıya indiler. Bütün kahvelere girip çıktılar. Sermet'in gidebileceği her yere baktılar. Ama bildikleri İstanbul bu kadardı. Bundan sonrasında bu kocaman kentin hangi köşesinde onları arayacaklarını bilemiyorlardı. Çaresizlik Kadriye'nin damarlarındaki bütün kanı kurutmuştu sanki. İçinden bir ses evlatlarını bir daha göremeyeceğini söylüyordu. Buna kahroluyor, bilinmezlikler içindeki düşüncelerini toparlayamıyor, önünü, arkasını düşünemiyordu... O gün akşama kadar dolaştılar. Girip çıkmadıkları hiçbir yer kalmamış gibiydi. Dünyalarının küçük sınırları içinde bakabilecekleri her santimetrekareye bakmışlardı. Yorgunluktan bitap düşmüş bir halde eve dönmeye karar verdikleri zaman hava kararmaya yüz tutmuştu. Yıkılmış bir şekilde eve döndüler. Harun'un soğuktan yüzü gerilmiş, rengi bembeyaz olmuştu. Kadriye kendini toparlaması gerektiğine inanmış bir şekilde oğluna sarıldı: - Tamam oğlum, tamam, akıllıca düşünmemiz lazım. Şimdi karnını doyuracağız. Biraz tahta getir sen, sobamızı yakalım. Sonra yemek yiyelim. Biraz toparlanalım, ne yapacağımıza birlikte karar verelim. Dediklerini yaptılar. Soba kuru tahta parçalarıyla çıtır çıtır yanmaya başlayınca bir ılıklık yayılmıştı odaya. Kadriye mutfaktaki çorbayı sobanın üzerine koydu. Biraz ekmek aldı. Yere koyduğu tepsinin üzerine iki kaşık ve turşu getirdi. Mis gibi tarhana kokmuştu ortalık. Ana oğul oturdular. Lokmalar ağzında büyüyordu genç kadının. Ağzına götürdüğü her ekmek parçasında iki evladını düşünüyor, onların aç mı, açık mı olduklarını bilmiyordu. Boğazından geçmiyordu yediği yemek. Zorladı kendisini. Kendini kapıp koyuvermemeye gayret ediyordu. Eğer kendisini duygularının gidişine bırakırsa Harun'un etkileneceğini düşünüyordu. Sağlam durması gerektiğine inanıyordu: - Ye oğlum, karnımızı doyurup ayakta kalmalıyız ki kardeşlerini arayıp bulacak gücümüz olsun. İkisi de kendilerini zorlayarak birkaç lokma yediler. Sofrayı kaldırdı Kadriye. Sonra oğlunun yanına geldi: - Yarın sabahtan yeniden aramaya başlarız. Harun gözlerini kıstı: - Bulamayız onları anne! Bu kocaman şehirde bulamayız onları. Kadriye bu gerçeğin bu kadar açıkça ortaya konulmasıyla titrediğini hissetti. İçinden bir parça kopmuş gibi canı acımıştı. Çaresizlik içinde bağırdı: - Ben kuzularım olmadan nasıl yaşarım? Ne yaparım Harun? Küçük çocuk acıyarak baktı annesine. O da kardeşlerinin evdeki cıvıltısından uzak bir hayatı düşünemiyordu. Ani bir hareketle atıldı annesinin kollarına: - Ağlama annem, ne olur ağlama!.. Sana söz veriyorum bulacağım onları. Er veya geç bulacağım. Bütün gece ağlaştılar. Birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Bir saniye bile ayrı kalsalar sanki bir daha kavuşamayacaklarmış gibi tuhaf bir hissin etkisindeydiler. Gerçeği kabullenmek kolay olmayacaktı... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.