Yirmi senedir hasretti kızına -64-

A -
A +

Murat sessizce yaklaştı çalılıkların ardına. Başını gizleyerek elli metre ilerideki benzinciye dikkatle bakmaya başladı. Sonra eliyle işaret ederek arkadaşlarını yanına çağırdı: - Erdoğan, sen etrafı kollayacaksın. Hakan sen adamı tutacaksın. Silahı sen al! Adamı sindir. Kıpırdarsa ateş edeceğini söyle. Biz de Taner'le paraları alalım. Beş dakikada bitiririz bu işi. Yeter ki ne yaptığınızı bilin. Şimdi sen Hakan usulca yaklaş, adama bir şeyler sor. Hiçbir şey yokmuş gibi. Biz arkadan dolanıp gelince hemen silahı çekip kıpırdamamasını söylersin. Sonra hepsinin yüzüne teker teker baktı: - Az kaldı çocuklar, zengin olacağız. Haydi iş başına... *** Safiye oğlunun tedirgin hareketlerinden bir meselesi olduğunu anlamıştı akşam üzeri. Hakan her zamankinden farklı bir şekilde durmadan saatine bakıyor, sofradaki yemeklere hiç rağbet etmiyordu. Kadıncağız dayanamamış, sormuştu: - Hakan, hasta mısın oğlum? İrkilmişti delikanlı, sonra da aceleyle geçiştirmişti: - Yok bir şeyim, birazdan arkadaşlarla sinemaya gideceğim, geç kalmayayım diyorum. Safiye kaşlarını çattı: - Sinema paran var mıydı? Kekeledi Hakan: - Şey.. ben... Murat ısmarlıyor, dün araba yıkamada çalışmış, oradan gündelik almış... Ardından hızla sofradan kalkmıştı. Bu konuşmayı daha fazla uzatıp annesinin üzerindeki tedirginliği daha fazla sorgulamasına meydan vermek istemiyordu: - Ben çıkıyorum, haydi hoşça kal... Safiye onun yüzüne bile bakmadan acele içinde fırlayıp gitmesinden tedirgin olmuş, güle güle bile diyememişti. Oğlu çıktıktan sonra uzun müddet olduğu yerde kalıp düşündü. Bir çözüm bulmak zorundaydı. İnanmak istemese de, arzu etmese de kabullenmesi gereken bir gerçek vardı ki, o da Hakan'ın istediği gibi bir tahsil yapmayacağı gerçeğiydi. Okumayacaktı bu çocuk. İçinde bu konuda en ufak bir ateş, bir kıvılcım görmüyordu Safiye. İçini çekti üzüntüyle: "Ne yapalım, bir iş, bir sanat sahibi olsun bari. Oturup ciddi ciddi konuşayım şununla. Bir işe girsin, askere gidip gelsin. O çıksın aradan, belki hayata biraz daha sağlam ve gerçekçi bakmasını öğrenir asker ocağında..." diye mırldandı kendi kendine. Ardından düşünceleri kızına kaydı. Hayatının en büyük giziydi o yirmi yıldır görmediği yavrusu. Sevgisi her geçen gün daha da büyüyordu yüreğinde. Zaman zaman kendisini sorgulamıştı bu konuda. Ama verdiği kararın kızının mutluluğu ve geleceği için en doğrusu olduğuna inanıyordu bu içsel hesaplaşmaların sonucunda. Böyle bir kararı vermeseydi kimbilir küçük Safiye İpek'in hayatı ne olacaktı? Bir anne olarak tabii ki ona sahip çıkar, onu bir kaplan gibi korurdu ama buna ne kadar engel olabilirdi ki? Sonuçta içinde bulunduğu şartlar altında o da bir evlilik yapacak ve bir bilinmeze imza atacaktı... Safiye usulca sofrayı toplamak için yerinden kalktı... > DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.