Şükrü Bey o güne kadar gece gündüz çalışarak kurmuş olduğu imparatorluğundan kızı ve torunu için feragat etmiş, şirketindeki hisselerin yüzde ellisini devrederek fiili olarak yönetimden çekilmişti. Bundan sonra kendisini istirahata çekecek, yine şirketin yönetim kurulunda yer alacak ama işlevde pasif kalarak hayatını sürdürecekti. Bu kararı alması kolay olmamıştı ama Murat'ın davranışlarından kendileri için problem çıkartacağını düşünerek böyle bir karara varmıştı. Nasıl olsa hiç çalışmasa bile hem kendi hayatlarının hem de kızı ve torununun geleceği için bol bol yetecek kadar yüklü bir servetin sahibi idi. Bu nedenle apar topar hazırlanmışlar, villayı satarak eşyalarını kimseye haber vermeden Avrupa yakasında, Boğazda tuttukları yeni bir villaya taşımışlar, yerleşim işi bittikten sonra da karısı ve kızıyla birlikte uzun sürecek bir Avrupa seyahatine çıkmışlardı. Londra, Paris, Roma, Viyana, Zürih... Her yeri dolaşmaya kararlıydılar. Paris'e geleli üç gün olmuştu. Champs Elyees'edeki lüks otellerden birine yerleşmişlerdi. Sabahtan akşama kadar geziyorlar, su gibi para harcıyorlardı. Betül hâlâ eski Betül değildi. Otomatiğe bağlanmış gibi anne ve babası ne derse onu yapıyor, çok fazla konuşmuyordu. Karı koca kızlarının bu durgunluğu karşısında endişeleniyorlar, ama onu rahatsız ve huzursuz etmemek için hiçbir şey sormuyorlardı. Naşide Hanıma göre kızının yaşadıkları sarsıcıydı ve alışık olmadığı için bu şekilde tepki veriyordu. O akşam yemekten sonra odasına çıkmak için anne ve babasından izin istedi Betül. Şükrü Bey sevgiyle baktı kızına: - Daha erken değil mi prensesim? - Yorgunum baba, dinlenmek istiyorum. - Sen bilirsin yavrum, iyi geceler. Betül hafif bir tebessümle baktı babasına, onun yanağına bir öpücük kondurup asansöre doğru yürüdü. Asansör beklerken yanı başında bir karaltı fark etti. Arkasına dönüp baktığında uzun boylu, ince yapılı, esmer, gür saçlı, top sakallı genç bir adamla göz göze geldi. Adam hafifçe gülümsedi genç kadına. Betül şaşırmıştı. Gayri ihtiyari o da gülümsedi. Birkaç saniye sonra adamın sesini duydu, İngilizce konuşuyordu: - Turist misiniz? Başını salladı: - Evet. Gezmek için geldik ailemle. - Hangi ülke? - Türkiye'den geldik. Türk'üm. Adamın gözleri açıldı ve Türkçe konuşmaya başladı: - Ben de Türk'üm! Betül şaşırmıştı. Heyecanla gülümsedi: - Öyle mi? Hiç tahmin etmemiştim. Biz İstanbul'dan geldik. - Ben de İstanbulluyum ama Ankara'da oturuyorum. Üniversitede öğretim görevlisiyim. İnsan yabancı bir ülkede kendi yurttaşını görünce akrabasını, ailesinden birini görmüş gibi oluyor. Adım Doğan Taşer. Betül de başını salladı: - Gerçekten öyle Benim adım da Betül, Betül Karahan... > DEVAMI YARIN