Geçici bir zaman değil, bir ömür boyu bu insanlarla birlikte yaşamak düşüncesi genç kızı öldürüyordu. Dişlerini sıktı. Tırnakları avuçlarının içinde batıyor, canını acıtıyordu. Haydar'ın kafası omzuna düşmüştü. Sızmıştı yeni damat. Garip bir horultu çıkıyordu boğazından. Tiksinerek baktı Elmas. Artık yaşayan bir ölü gibiydi... *** Kâbus dolu günler başlamıştı artık Elmas için. Düğününün sabahında kocasına elini yüzünü yıkarken havlu götürmediği için ilk tokadını yedi. Haydar acımasızca bir şamar atmış, karısının dudağını patlatmıştı. Elmas hiçbir tepki vermedi. Kahvaltıya geldikleri zaman Hayrettin Bey gelininin yüzüne baktı: - Ne oldu dudağına senin, kanamış... Korkuyla parmaklarını dudaklarında gezdirdi Elmas. Yan gözle kocasına baktı. Haydar umursamaz bir tavırla "Ben vurdum bir tane. Havlu getirmemiş, ıslak kaldı elim yüzüm banyoda..." diye sırıttı. Zaliha Hanım saklamaya gerek duymadığı bir memnuniyetle "oh olsun" der gibi baktı gelinine. Hayrettin Bey ise ses bile çıkarmadı, kahvaltısına devam etti. Elmas bu ortamda yaşayan bir insan olmaktan utandığını düşündü. Sessizce kahvaltı etmeye başladı. Birkaç lokma yemişti ki kocasının sesiyle irkildi: - Bir tokat daha istemiyorsan kalk çay koy! Babamın da çayı bitik benim de!.. Bundan sonra biz yemek yemeden oturma sofraya. Bize hizmetini yap, ondan sonra doyur karnını. Hemen fırladı yerinden Elmas. Çayları doldurup kenara çekildi. Sofraya oturmadı. Bundan sonra bütün evliliği boyunca kocasıyla aynı masada asla yemek yemeyecekti. Kahvaltı sonrasında Hayrettin Bey de Haydar da çıkıp gittiler. Zulmün ikinci perdesi başlıyordu artık. Kayınvalidesi Zaliha Hanım gün boyunca eziyet etti gelinine. Hiç oturmadı Elmas. Bütün evi temizledi, yemek yaptı, çamaşır yıkadı, ütü yaptı. Akşam olduğu zaman ayakta duracak hali yoktu. Uykudan gözleri kapanıyordu. Haydar eve gelmemişti. Hayrettin Bey akşam yemeğini yiyip kanepede horlamaya başladığı zaman Elmas bir köşede iki lokma bir şey atıştırdı. Neden sonra Zaliha Hanım ve kocası odalarına çekilmeye karar verdiler. Zaliha Hanım Elmas'a baktı: - Kocan gelmeden sakın uyuma. Bir kadın kocası gelmeden yatağa girip uyumaz. Bekle Haydar'ımı! Günün belki de en güzel anlarıydı bu anlar. Hiç kimse yoktu etrafında. Kanepeye ilişti. Ayaklarını altına aldı, başını pencereye dayayıp beklemeye başladı. Bütün vücudu ağrıyordu. Kolları eklem yerlerinden itibaren sızlıyor, hareket ettiremiyordu. Yine de yalnızlığını içine sindirmek istermiş gibi derin derin nefes aldı. Ahmet geldi aklına. İçi acıdı, kanadı adeta. Kim bilir ne haldeydi, ne yapıyor, ne düşünüyordu... Hayalleri, umutları, beklentileri, mutluluğu yitip gitmişti babasının bir tek sözüyle... Çökmüştü Elmas... Sanki on yaş birden ihtiyarlamıştı. Daha yirmi yaşındaydı oysa... Farkında olmadan gözyaşları inci tanesi gibi yanaklarına süzülmeye başladı. İrkilerek fark etti günlerdir ilk defa ağladığını. Duygularını kaybetmemiş olduğunu anlamanın şaşkınlığı ile titreyen parmaklarıyla sildi dökülen yaşları. İnanamayıp parmak uçlarına baktı. Öylesine inanmıştı artık bir ölü olduğuna, acı duymadığına, hissetmediğine, yaşamadığına... > DEVAMI YARIN