Ataç, Dinamo, Orhan Veli

A -
A +

Hasan İzzettin Dinamo, "Edebiyat Dostları" kitabı için kendisiyle mülakat yapan Mehmet Seyda'ya anlatıyor: -1939 yılında (Ankara Merkez Cezaevi'nde) dört yılı doldurarak İstanbul'a gittim. Çetin günler başladı. İşsiz ve aşsız günler... Nurullah Ataç'la 1931'de başlayan gıyabî dostluğumuza sığınarak kendisini buldum. Nâzım Hikmet'in bu "resmî eleştirmeni" epeyce gerilemişti. -Ne gibi? -Korku dağları bekliyordu. Büyükada'daki evine yemeğe çağırdı beni. Elime el yazısıyla mini mini, alaylı şiircikler yazılmış bir defter tutuşturdu; "Bunlar Orhan Veli'nin şiirleri..." dedi; "Oku bakalım nasıl bulacaksın? İzlenimlerini bana söyle." Ben cehennem gibi bir yaşayıştan geliyorum. Yangın yerine benzeyen kafamda ve ruhumda hâlâ çile dumanları tütüyordu. OYUNCAKÇI DÜKKÂNI Yaşamanın bütün adaletsizlikleri ve bahtsızlıklarıyla parça parça olmuş yüreğim, şiiri dalgalı bir deniz, bir Niyagara Şelalesi, büyük senfonik bir şey, vurucu bir güç olarak görüyordu. Bu yüzden Orhan Veli'nin bu ilk şiirleri bende bir oyuncakçı dükkânı izlenimi bıraktı, o izlenimi uyandırdı. Horoz şekerleri, uçurtmalar ve yaşamanın cılız kırıntılarından birkaç sâkin tablocuk. "Nasıl buldun?" Ataç sordu. "Üstâd" dedim, "Ben şiiri, hele böyle bir zamanda böyle çocuk oyuncağı biçiminde düşünemiyorum. Siz bunları ortaya sürmekle, desteklemekle belki Orhan Seyfi (Orhon) ile Yusuf Ziya (Ortaç)'yı ve gerçek şiire bağlı birkaç kişiyi kızdırıyor, kendi hiciv isteklerinizi belki böylece doyuruyorsunuz. Ne yazık ki ben bunlara şiir diyemiyeceğim. Bir yetenek olduğu belli, belki ileride daha güzellerini yazabilir..." -Ataç'ı kızdırmışsın. -Yoo, kızmadı. Hiçbir şey demeyip gülümsemeyle yetindi. REKLAM ARACI -Ne diyorum? Ataç'ı kızdırmışsın. Dinamo, gene; -Hayır, dedi; kızmamıştı. Anlayabildiysem şunu anladım; onun da (Ataç'ın) reklama ihtiyacı vardı. Orhan Veli'nin başlangıçta bir iki Fransız mizahı havasıyla dolu şiirciği milleti kızdırıp güldürünce bunu bir kişisel reklam olarak ele aldı ve kendi masumca kaprislerini doyurmakta bir âlet olarak kullandı. Ataç'ı beğenmediğim, sevmediğim zamanlardan, sevdiğim beğendiğim zamanlar daha çoktur... diye konuştu ve şöyle devam etti: -Üstelik, sanatla ilgilenen herkes gibi, onu ben de çok sık düşünür, anarım. İsviçre'de eğitimde bulunurken kendisi de birçok başarısız Türkçe ve Fransızca şiir yazmış, bunları gerek Türkçe gerekse Fransızca dergilere koyduramamıştı. Ya da diyelim ki, koydurmaya cesaret edememişti. Bu onun şiirden en iyi anlayan bir düşünürümüz olmasını gölgeleyemez. Hiç olmazsa Fransız şiirini, Divan Edebiyatı'nı çok iyi biliyordu... (Mehmet Seyda, Edebiyat Dostları, Kitaş Yayınları, 1970 İst., s. 183-187)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.