Ne ümitlerle gitmiştim sinemaya. Robert De Niro benim çok beğendiğim aktörlerden birisi ne de olsa. Üstelik filmle ilgili iyi eleştiriler yayınlanıyor kaç gündür gazetelerde. Akşamın karanlığı şehrin üzerine çöktükten sonra çıktım sokağa. İki yanı ağaçlarla yeşil yoldan geçerken aklımda dans eden düşünceler çeşitli... İyiyle kötü arasında bocalıyorum nicedir. Bir diyorum ki 'tamam artık sıra bende!' Sonra çark edip 'yok' diye söyleniyorum 'o zaman ben olmam!' Kendimle çekişmelerim yeni değil. Doğumumla yaşıt. Bir yılbaşı gecesi geliyor gözlerimin önüne. Çok soğuk bir gece, İstiklal caddesi... Her taraf aydınlatılmış... Vakko'nun vitrini davetkar... Yine bir sinema önü... Kapıda ne yapacağına karar veremeyen iki kişi. Bir erkek, bir dişi! Kadın deli aşık. Sanıyor ki karşılıklı. Mutlu, yanında sevdiği adam olduğu için. Çünkü bu bir lüks. Bütün dünya, bütün kurallar, bütün gelenekler karşı birlikte olmalarına. El ele tutuşabildikleri dakikalar kısıtlı! Ve tehlikeli! Ve hava soğuk. Ve kadın tedirgin. Sonunda karar verip giriyorlar filme. Başrolünü Robert De Niro oynuyor. Ronin. Başarılı bir istihbarat ajanının macerası. Aşkla karışık elbette. Tanrım, ne kadar tanıdık o iki insana perdede canlandırılan hikaye. Şifreli diyaloglar, dinlenen telefonlar, ihanetler, riskler... Diğer izleyiciler memnun hayatlarından. Masal sanıyorlar seyrettiklerini. İkisi hariç. Terliyorlar. Film başarılı Allah için. Fazla başarılı hem de... Dışarıda hava hâlâ soğuk. Şimdi ikisi de bir tuhaf! Ronin eski bir film sayılır artık. Bu seferkinin adı 15 Dakika. Artık o iki seyirci oturmuyor hiçbir koltukta. En azından yan yana.