Eskiden aşk hakkında ne kadar çok yazı yazardım. Bir çeşit iç dökmeydi herhalde. Uzun zamandır bu konuda yazmıyorum. Bazılarına göre duygusuzlaştım, bazılarına göre ise akıllandım. Hangi grup haklı bilemiyorum. Bildiğim, daha huzurlu olduğum. Bir çift gözü göreceğim diye kendimi paraladığım yılları düşündükçe inanamıyorum. O denli saf olmak belki bir lükstür, kimbilir? Hayattan sürprizler beklemek, her an yeni bir hareketlenmeyle mutlu olmak, çalacak telefona odaklanmak falan. Böyle yazarken her ne kadar komik gelse de, yaşarken etkileyici olduğunu biliyorum. Ama hayat insana, verdiği her mutluluğun bedelini ödetiyor. Ne kadar mutlu olursanız o kadar çok ödüyorsunuz. Bu durumda toplam hesapta borçlu çıkmaktan başka çareniz yok ne yazık ki. Bazı bilim adamları aşkın bir çeşit nevroz hali olduğunu iddia ediyorlar. Ulaşamadığınızda artan, elde edemediğinizde içinizi yakan, yasak olduğunda paha biçilemeyen bir nevroz. Paşa paşa uygun birisine, uygun bir zamanlamayla aşık olsanız ve bu birliktelik süratle mutlu sona ulaşsa kısa sürede sıkılırsınız. Günlük akış içinde bunu fazla irdelemeseniz bile aklınızın bir köşesinde sinsi bir soru işareti hep bekler. Neden başkalarının aşık olup kendilerini mahvettiklerini merak edersiniz. Kendinize bakarsınız ve bir şeylerin eksik olduğunu görürsünüz. Bir şey ama ne? Ben size söyleyeyim. Gerilim! İstediğiniz her şey elinizin altında olduğunda parlaklığını kaybetmeye başlamıştır. Sizi bağlayan toplum kuralları, mecburiyetler vesairedir. Ama ruhunuzu titretecek, elinizi yakacak olan uzaklardadır. Her şeye bir anda sahip olamazsınız. Ya düzenli bir aile hayatınız, dengeli bir çizginiz olacak ya da kendinizi oradan oraya sürükleyecek olan rüzgara teslim edeceksiniz. Bu size ait bir tercih. Kadınlar genellikle bir kere evlilik yaptıktan sonra ellerini bu gibi tehlikelerden çekerler. Onlar için çocuklarının sağlığı ve normal bir ortamda büyümesi daha önemlidir. Yuvayı dişi kuş yapar örneğindeki gibi kendilerinden önce aile birliklerini düşünürler. Kendi taleplerini zaman içinde derinlere gömerler ve unuturlar. Ya da en azından kendilerini unuttuklarına inandırırlar. Erkekler ise yaradılış itibarıyla daha farklıdır. Mantıklı olmaya çalışsalar da çizginin dışına taşmaya daha meyillidirler. Bu durumda kadınlara sabretmek, acı çekmek gibi roller düşer ki bu tip duygular bende alerji yapıyor. Çok erken yaşlarda gerekmediği kadar çok acı çekmiş olduğum için herhalde, ben şimdi koltuğuma gömülüp etrafımda yaşananları izlemeyi tercih ediyorum. Daha güvenli ve daha sıkıcı bir ortamda olmaktan da hiç şikayetçi değilim doğrusu. Darısı isteyenlerin başına.