Yazmak hakkında düşünüyorum bugün. Bazı yazarlar var hayran olduğum. Onlar gibi yazamam ancak kendim gibi yazabilirim, biliyorum. Sorun şu ki, fazla gelişmiş bir otokontrolüm var. Halbuki kalem özgür olmak istiyor. En mahrem konularda bile dilediğince dans etmenin peşinde kağıdın üzerinde. Kütüphaneme göz atıyorum şöyle bir. Okuduklarıma. Son yıllarda biraz müşkülpesent olmaya başladım. Artık her okuduğumu beğenmiyorum. Ve beğenmediğimi bırakıyorum. İlk gençlik yıllarımda başladığım kitabı mutlaka bitirmek iddiasındaydım. Bir çeşit sabır ölçüsüydü bu bana göre. Oysa artık öyle bir vaktim yok. Yazılmışları daha acımasızca eleştiriyorum birkaç yıl öncesine göre. Bu durum kendi yazdıklarımı da beğenmeyebileceğimi hatırlatıyor. Bir roman projem var. Eskizleri bitti. Ama bir türlü ilk kelimeyi yazamıyorum. Çünkü biliyorum ki yazdıklarımın içinde ister istemez gerçek olaylar ve karakterler olacak. İsimlerini değiştirsem de fark etmeyecek. Yıllarımı paylaştığım insanlar öyle sivri ve tanınmış kişiler ki onları gizleyebilmek neredeyse imkansız. Onlara kıyamıyorum. Ve yazamıyorum. Kendi bildiklerinizi ve hayatınızı yazarken başkalarının hayatlarını da yazmış oluyorsunuz. Buna hakkınız olup olmadığı ise yıllardır tartışma konusu. Bu bir vicdan terazisi. Ne zaman hangi tarafın ağır basacağı hep belirsiz. Okumakla yazmak arasında derin bir uçurum var. Bıçak sırtı. Keskin zeminde yürüyecek cesaretiniz varsa yazacak yüreğiniz de var demektir. Kendinizle yalnız kalmayı özleyecek kadar kalabalıksanız yazmanız daha kolay. Bitirdikten sonra ise tamamen okuyanların ellerinde kalbiniz. Kırılması ya da tam kalması her okurun ayrı ayrı bileceği iş. Belki anlaşılma özlemi bizlere yazdıran. Belki de anlaşılamayacağını bilenlerin mazoşist hesaplaşmaları. Kimbilir? Bir yerden sonra okumak yetmiyor. Parmak uçlarınız kaşınmaya başlıyor. Yazmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Ölmeden önce bir iz bırakmak telaşına düşüyorsunuz. Söyleyecek sözleriniz birikiyor. Ve belki de döktüğünüz gözyaşlarının faturasını çıkartıyorsunuz birilerine. Bu kriz geldiğinde başkalarının hayatlarını deşifre etmek falan umurunuzda olmuyor. Bir hışımla oturuyorsunuz masaya. Bilgisayarı açıyorsunuz, bölüm adını karalıyorsunuz ve... Duruyorsunuz. Öylece duruyorsunuz. Sağ omuz, sol omuz çekişmelerini dinliyorsunuz. Cesaretiniz kırılıyor. 'Biraz daha geçsin' deyip kalkıyorsunuz masadan. Geçecek olan hayatınızdan başka bir şey değil. Biliyorsunuz.