Tarihte yaşanmış büyük aşklar vardır. Kimi, ünlü insanların başına geldiği için dikkat çekmiştir, kimiyse başlı başına çarpıcı olaylar zinciriyle örüldüğü için kendisi ünlü bir aşk olmuştur. Bu uğurda çok kan ve gözyaşı dökülmüş, çok acı çekilmiştir ama yine de insanoğlu sevmekten vazgeçmemiştir. Aşkı böylesine çekici kılan elbette verdiği tarifsiz heyecan ve mutluluktur. İnsanoğlunun soyunun tükenmemesi için de aşk lazımdır. Belki de Allah'ın bir lütfudur bu. Günümüzün tüketim felsefesine paralel olarak aşklar da şekil değiştirmeye başladı. Artık daha sığ sevgilerde debeleniyoruz. Çabuk kazanıp aynı hızla kaybediyoruz birbirimizi. Saygı ise yalnızca sözde kaldı. Halbuki saymadığınız insanı sevemezsiniz de. En ufak bir terslikte akla gelen ilk çözüm ayrılık, şimdi. Ayrılana kadar çiftlerin birbirlerine yaptıkları ise inanılmaz. Koz olarak kullanılan ev eşyaları, çocuklar, araya giren ailelerin didişmeleri... Ne ararsanız var. Zarafet hariç! Bu itici ortamdan sıkıldığım için olsa gerek, başımı eski aşklara gömdüm. Tarihin cazip sayfaları arasında bulduğum bir çok anı bana geçmişi bir kez daha özletti. Hiç görmediğim o konakları, Osmanlı elit tabakasının yaşam ve sevme biçimlerini arıyorum. Mesela şu anda elimde Cumhuriyet döneminin çok önemli şair ve yazarlarından Abdülhak Hamid'e, iki defa evlendiği eşi Lüsiyen hanım tarafından yazılmış aşk mektupları var. Kitap haline getirilmiş bu mektuplar ilk olarak henüz iki kahraman da hayattayken neşredilmiş. Abdülhak Hamid'in, etrafın ne düşüneceğine fazlaca ehemmiyet vermemesinden kaynaklanan özgüveni yol açmış buna. Yoksa hele de o dönemin cemiyet hayatında kolay rastlanabilecek bir cesaret gösterisi değil bu. Bugün bile sevgilinize yazdığınız mektupların basılmasını kolay kolay göze alamazsınız. Kitabı, 1998 yılının Şubat ayında alıp okumuşum. O zaman bana ne hissettirdiğini tam hatırlamıyorum. Ama ilk sayfaya yazdığım ismim farklı: Selin Aktan! Şimdi düşününce sanki bir başkasının geçmişiymiş gibi geliyor kişisel tarihim. Başka alışkanlıklar, başka yüzler ve başka bir soyadı... İnsan hayatı ne tuhaf! Mektupları okumaya başladığınızda, kullanılmış olan üslup sizi sarsıyor. Tamamına yakını Fransızca olarak kaleme alınmış olan bu yazışmalarda ilk ve son satırlarda ısrarla Türkçe tercih edilmiş. Hitap genel olarak şöyle: 'Efendiciğim.' Bir başka mektupta ise; 'Gözümün Nuru, güzelim, Efendiciğim' denmiş. Aşağı yukarı tamamı aynı cümleyle noktalanıyor: 'Allah'a emanet ettim sizi.' Yaşandığı vakit skandala sebep teşkil etmiş bu aşk, şimdi anlıyoruz ki iki ruhun ayrılamamacasına bütünleşmesiymiş. Zaten Lüsiyen hanım bir mektubunda: 'Sensiz de, seninle de, yaşanmaz' demiş. Bu saygıyı özlemekte haksız mıyım sizce?