Sonbahar geldi işte. Yapraklar sarımsı yeni kıyafetlerini giydiler bile. Yağmurun ne zaman etrafı ıslatarak parlatacağı belli olmuyor. Şemsiyeler ki benim çok sevdiğim aksesuarlardır; ellerimize geri döndüler. İnsanı bitiren nem, leyleklerle birlikte göçtü. Bu yıl üç dört defa rastladım bizi terk etmekte olan leylek sürülerine. Hani çok gezenlere derler ya leyleği havada mı gördün diye; bakalım çok gezecek miyim? Gitmek ya da kalmak, aslında fazla fark yok arada. Gitmenin keyfi özlemek belki. Halbuki biz gitmeden de o kadar çok hasret çekmeye mahkumuz ki. Aynı şehrin içinde şehirden soyutlanmış yaşıyoruz. İstanbul büyük. Hem de çok büyük. Bir tarafında yaşarken diğer yerleri solumak imkansız. Beyoğlu'nun Pera izlerine başka hiçbir yerde rastlayamazsınız. Ya da Eminönü'nün telaşı sizi başka yerlerde karşılamaz. Boğazın bile iki yakası birbirine benzemez. Avrupa sanki biraz daha bizimdir. Asya ise daha sakin, daha dingin ve daha yabancı bir anlamda. Şehir hatları vapurlarına binmeyeli asırlar oldu sanki. Ya da adalardan herhangi birisine ayak basmayalı... Sınırları önceden kalın kalemle çizilmiş bir dairenin içinde kısılmış yaşayıp gidiyoruz işte. Bir Cihangir sakinini asla kandırıp taşınmaya ikna edemezsiniz mesela. Zengin olursa Cihangir'de daha manzaralı, daha lüks bir eve çıkar belki ama tutup da Bebek'e yerleşmez. Çünkü Cihangir'in bildik tınısından vazgeçemez. Bir Yeşilköy'lü valizini alıp Teşvikiye'ye göç etmez. Yapamaz o kalabalığın ortasında çünkü. Nişantaşı'na alışmış bir kişiyi Suadiye'ye götüremezsiniz. Böyledir İstanbul. Herkes kendi İstanbul'unu bilir ve yaşar. Kuzguncuk, Sarıyer, Kanlıca, İkitelli, Talimhane vs. Hiçbirisinin diğeriyle alakası yok. Her biri kendine has renklerle bezenmiş ayrı güzeller. Şimdi sonbahar gelmiş yazın izlerini süpürürken düşünüyorum şehrimi. Onu ne kadar tanıdığımı, onun beni ne denli sevdiğini tam kestiremiyorum. İçinde doğdum, onun yaşlı ama zarif kollarında büyüdüm ve ne zaman gitsem ona hep geri döndüm. Kızsam da, yakınsam da vazgeçemedim. Yabancılara onu göstermekten zevk aldım hep. Özenerek iç çekişlerinden haz duydum. Ama işi abartıp yerleşmeye kalkıştıklarında bu kez kıskanan ben oldum. Bu bir sevda. İstanbullu olmak, köklerinin bu şehrin derinlerinde dinlendiğini bilmek ve buraya ait olduğunun kanıtını kanında taşımak. Bu bir ayrıcalık. Şimdi giden leylekler elbet geri dönecekler. Bahar da yaz da gelecek. Biz elimizdeki servetin kıymetini bilmesek de burada onları ve diğerlerini bekliyor olacağız. Binmediğimiz şehir hatları vapurlarının köpürttüğü beyaz deniz suyunu izleyip şükredeceğiz. İstanbul'a ve İstanbulluluğa.