Sonlar ve başlangıçlar... İlkler ve sonlar... Cumadan Pazartesiye ne değişti ki aslında? Ama biz Cuma akşamı daha neşeliydik Pazartesi sabahı ise daha asabiyiz. Bir şartlanma, bir üşenme... Yenileri yaşamak zorunda olmanın verdiği bir isteksizlik... 'Ne fark edecek' sorusunun ağırlığı... Esrik bir soluklanma... Hayat işte alt tarafı, değil mi ya? Yaşayıp gidiyoruz. Ya da yaşıyoruz da bir yere gidemiyoruz! Kafalar karışık, işler karışık, kalpler karışık... Aşk ilişkileri çıkar hesaplarına çapraşık. İçim ağrıyor bazen başımdan öte. Ne kabarık bir çetele tutulmuş şunca yılda. Biraz mı fazla yoksa birazdan biraz daha mı fazla? Artık yeni heyecanlar olmayacak biliyorum. Çünkü insanların hepsi aynı. Birbirlerine verebilecekleri yok denecek kadar az. Biraz sıkıntı, biraz zahmet belki ama işte hepsi o kadar. Yeni insanlar, yeni dertler demek. Eskilerse çoktan çözülmüş. Derdini tanımanın verdiği güven duygusu bile lüks artık. Hayır, hiçbir zaman dilimini özlediğimden değil bu sözlerim. Artık özleyemiyorum ki... Ömrünün baharında olanların heveslendiği yerdekiler böyleler işte. Onlar bir tükenmişliğe ulaşmak için çırpınıyorlar. Ne kadar anlatmaya çalışsak boş. Kimse duymak istemeyenler kadar sağır olamaz! Her insan kendi hikayesini yazmak ve kendi noktasını koymak zorunda. Bize bir fincan kahvenin köpüğünde kaybolmak, bir telefon konuşmasında eskimiş sevdalara dalmak, bir gelincik kırmızısında hatırlamak kalıyor. Daha az yorucu, daha fazla üzücü... Yaşamışlık yıllarla ölçülmemeli. Ne ihtiyarlar tanıyorum benden çok genç, ne gençler tanıyorum, çoktan ölmüş... Göz kapaklarım ağırlaşırken rüya diye karşıma dikilen hayaletleri bile seviyorum artık. Onlar ellerini üzerimden çektiklerine göre ne zarar verebilirler? Tehlikeli olan sevdiğini söyleyen yeni dudaklardır olsa olsa. Yeni yalanlar, yeni hayal kırıklıkları... Güvensizlik kadar güvenli ve sıkıcı bir yaşam biçimi olamaz. Bu tarzdan sanat da çıkmaz üstelik. Ama hiç değilse kalp, yapıştırıldığı çatlaklardan ayrılmaz. Bir daha kırılmaz.