Kitap, günlerdir masamın üzerinde duruyor. Çıkar çıkmaz alındı tabii ama ne hikmetse bir türlü kapağı kaldırılmadı. İsyan Günlerinde Aşk. Ahmet Altan'ın merakla beklenen son romanı. İsmi bana çok sevdiğim başka bir kitabın adını çağrıştırdı. Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk'ını... Elbette tesadüftür. Söyleyecek sözüm yok. Ben Ahmet Altan'ı oldum olası çok büyük zevkle okumuşumdur. Fakat bu sefer bir tuhaflık çöktü üzerime. Sanki fazla deşifre oldu yazarım. Sanki fazla bilindi! Bu bir çeşit okur kıskançlığı, kabul. Ama elimde değil işte. Türkiye'de iyi bir yazarın tanınmasından daha hoş ne olabilir? Bu kadar az kitap ve kültür tüketilen bir memlekette Altan'ın vardığı nokta bizler için sevindirici. Ama yine de bir şeyler var işte. Beni tutan bir engel... Hangi gazeteyi açsam kitapla ilgili görüş çarpıyor gözüme. Bütün gazeteciler bir Ahmet Altan röportajı yapabilmek için çırpınıyor. Ve Altan durmadan anlatıyor kitabını! Halbuki ben onun anlatımını gazetelerden okumak istemiyorum. Kitap zaten başlı başına yazarın anlatmak istediklerini içeriyor. Kitap bunun için yazıldı! Diğer yandan ülkemde bir yazarın billboardlara çıkması gurur verici. İkilem işte bu. Hem daha çok sevilsin ve okunsun istiyorum hem de bana özel kalsın bir şeyler... Egoizm! Şu anda bile göz ucuyla kitabın kapağına bakıyorum. Can Yayınları'ndan çıktı. Üst üste çok baskı yapacağı kesin. Konusunu okuyan okumayan herkes bildi medyam sayesinde. Arka kapakta deniliyor ki 'aşkı ve insanı pek az yazar onun gibi anlatabildi.' Doğru. Onun gibi yazabilmek isterdim. Muhteşem bir gücü ve tekniği var. O yazar olarak doğmuş. Hayranıyım! Peki beni okumaktan alıkoyan nedir? İlk fırtınanın dinmesi ve kitapla baş başa kalabilme beklentisi mi? Kıskançlık mı? Saçmalık mı? İsyan mı?