Taksim Meydanı

A -
A +

Birbirinden kopuk anılar var gözümün önünde. Birinde, babamın elini tutmuş küçük bir kız çocuğuyum. İlkokul birinci sınıfa yeni başlamışım. Annemle babam ayrı oldukları için hafta sonlarını babamın evinde geçiriyorum o yıllarda. Cumartesi sabahı başlayan buluşma Pazar akşamüstü sona eriyor. Tedirgin, gergin, meraklı, kalbinde anlam veremediği sevgiyle bakan bir kız çocuğuyum. Fazla soru sormuyorum büyükleri rahatsız etmemek için. Halbuki anlayamadığım ne çok şey var. Soğuk bir kış Pazar'ında babamın elini tutmuş Pangaltı'dan Taksim'e doğru yürüyorum. Küçük ayaklarım aceleci. Annemin evi daha çok evim. Orada beni daha sıcak ve samimi bir atmosfer bekliyor. Hem üvey anne ya da üvey herhangi başka bir akraba da yok orada. Şan Sineması'nın önündeyiz. Uzaktan anlam veremediğim bir uğultu geliyor. Arada diğerlerinin önüne geçen tiz bir çığlık, bir darbe sesinin de duyulduğu oluyor. Babamın tereddüt ettiğini hissediyorum. Korku mu yoksa o gözlerdeki? Elimi daha çok sıkıyor farkında olmadan. Sanki geri dönmeyi düşünüyor ama tam karar da veremiyor gibi. Canım sıkılıyor. Ben evime gitmek istiyorum. İçim daralıyor. Üvey anne krizinden o hafta payıma düşeni almışım çoktan. Artık bitsin istiyorum. Annemi istiyorum. Hafifçe çekiyorum babamın elini. Sanki cesaretlendirmeye çalışır gibi. Küçük boynumu döndürüp bana kocaman gelen babamın yüzüne bakıyorum. O anda bir şey vızlayarak tam kulağımın yanından geçiyor. Babamın yüzü bembeyaz oluyor. Yine anlayamıyorum neler olduğunu. Tekrar başımı çevirdiğimde kulağımı yalayarak geçmiş olan sopanın yakındaki bir arabanın lastiğine çarptığını ve lastiğin patladığını görüyorum. Bir kaç santim daha ya da eğer başımı çevirmemiş olsaydım gibi sorular geçiyor aklımdan. Anlaşılan babamın düşündükleri de bunlar. Geri dönüyoruz. O Pazar gününün tarihe Kanlı Pazar olarak geçeceğini henüz bilmiyorum. Büyüklerin fikirlerini dövüşerek, kan dökerek başkalarına kabul ettirmeyi seçebileceklerini bilmiyorum. Birkaç yüz metre ileride silahların mermi saçtığını, insanların panik içinde kaçıştıklarını bilmiyorum. Henüz çocukluğun korunaklı güvenlik perdesi içindeyim. Ama unutmuyorum da! Televizyonun karşısında donup kaldığım anda aklımdan geçenler bunlardı. Yine Taksim Meydanı, yine bir korku seli. Bir patlama, etrafa saçılan doku ve et parçaları. Kan. Ne olduğunu anlayamadan ömür boyu sürecek bir iz edinmişlerin yüzleri. Yine yaşça büyükler, başkalarına bir şeyleri kabul ettirmeye çalışıyor herhalde. Ama artık onların büyük olmadıklarını biliyorum. Biyolojik yaşlanmanın büyümekle ilgisi olmadığını biliyorum. Yine soru sormuyorum fazla. Bu kez kendimi rahatsız etmemek için. Alacağım cevapların sığ olduklarını bildiğim için. Kocaman olmuş gözbebeklerimle annemleri arıyorum iyi olup olmadıklarını öğrenmek niyetiyle. Telefon çaldıkça çalıyor. Sonunda karşı taraftan o tanıdık ses duyulduğunda ferahlıyorum. Ama ya evine dönmeyecek olanların aileleri? Sizce onlar saldırıyı üstlenen her kimse, onun fikirlerine inanacaklar mı? Taksim Meydanı'nda kan dökmenin dökene faydası olacağına inanıyor musunuz? Acaba saldırtanlar inanıyor mu? Taksim Meydanı kırmızıya boyandığında haklar daha adaletli mi dağıtılmış oluyor? Artık küçük bir kız değilim. Artık babamla görüşmüyorum ve bir üvey annem yok. Aradan uzun yıllar geçti. Ama hâlâ Taksim Meydanı katliamlara gebe. Ne denebilir ki?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.