Yedi yıldır köşe yazıyorum. Bunların yüzde sekseni günlük yazılar. Yani haftanın en az beş günü yazıldılar. Hesaplarsanız nasıl bir toplam elde edebileceğinizi siz tahmin edin artık. Bunca senede hiçbir yazımı, daha doğrusu hiçbir sözümü geri almadım. Buna gerek olmadı. Ama bu sefer var. Hem de abuk sabuk bir konuyla ilgili. Hatırlarsanız Salı günkü yazımda size Vanilla Sky isimli filmi tavsiye etmiştim. Sadece fragmanını gördüğümü ama anladığım kadarıyla izlemeye değer bir yapım olduğunu tahmin ettiğimi belirtmiştim. Yanılmışım. Kendi öngörüme güvenip gittim sinemaya. Keyifle koltuğuma yerleştim ve izlemeye hazırlandım. Sinemaya gitmek benim için mutluluktur. Yola çıktığım andan eve dönüşüme kadar geçen süre içinde yalnızca filme konsantre olurum. Beyaz perdeye yansıyan karakterler ve olaylar benim için o anın gerçeği olurlar. Vanilla Sky'ın bir sanat eseri olmadığını biliyordum. Tıpkı Best Seller kitaplar gibi eğlencelik, akılda kalmayacak bir sabun köpüğüne hazırlıklıydım. Ama bir deli saçmasına hazırlamamıştım kendimi. İlk kareden itibaren zırvalamaya başlayan yönetmen bu tarzına yüz on dakika boyunca hiç ara vermiyor. Tom Cruise'un hatırına izlemeye çalışsanız yine olmuyor çünkü filmin büyük bir bölümünde yakışıklı aktör yüzünde iğrenç bir yara makyajıyla dolaşıyor. Cruise'u Nicole Kidman gibi dünyanın en güzel kadınlarından birisinden ayıran Penelope'yi merak ediyorsunuz bu sefer. Karşınıza şiir misali bir ahu çıkacak sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Elbette Penelope güzel ama beklendiği kadar değil. Aslında ona güzel de denemez. Olsa olsa karakteristik çizgilere sahip. Kocaman bir ağzı, sıradan kahverengi gözleri ve kestane rengi saçları var. Hatlarını tek tek incelediğinizde beğenmezsiniz. Ama hepsi bir aradayken çekici, ilginç bir yüz çıkıyor ortaya. Nicole Kidman'ın kamyon çarpmış hali bile ondan alımlıdır sonuçta. Vanilla Sky ismi Monet'nin resimlerinden birisinden alınmış. Film, zannettiğim gibi aksiyon içerikli değil. Ne içerikli olduğu zaten belli de değil. Sürrealist, postmodern gibi isimler yakıştırabiliriz. İddia ettiği gelecek fikri, insanları öldükten sonra dondurup rüyada yaşatmalar falan kötü bir sinematografiyle anlatıldığından sıkıyor. Bunca yıldır çeşitli defalar denenen fikirlerin bir kez daha sinemaya aktarılması demode olduğu kadar gereksiz de. Cameron Diaz'a gelince... Karşınızda Seray Sever var sanıyorsunuz. İki insan bu kadar benzeyebilir birbirine. Ama bizim Sever daha güzel doğrusu. Şimdi diyeceksiniz ki kadınların görüntüsünden başka konu yok mu? Yok! Hiç zahmet edip gitmeyin derim.