Bir yazar için en zor işlerden birisi, yazdığı yazının hangi şartlarda okunacağını bilmemesidir. Aynı yazıyı profesör de okur, ev hanımı da. Kimi okurken keyifli olur, kimi burnundan solur. Yazarın aynı anda bütün okurlarına ulaşmak gibi bir sorumluluğu vardır oysa. Bu bilginin ışığında şimdi benim durumumu inceleyin isterseniz. Şu anda saat gecenin tam yarısını gösteriyor. Sırtım ağrıyor, aklımda birkaç tane kırk tilki dolanıyor. Yarın sabahın çok erken bir saatinde küçük valizimi alıp hastaneye gideceğim. Keyfe keder bir ameliyat geçireceğim için bütün ailem ve yakınlarım bana kızgın. Onlara derdimi anlatmakta başarılı olamadım bir türlü. Evde esen erken yas havasını görmezden gelmeye çalışarak geçirdiğim gün bitmek üzere. Yarı aralık olan pencereden serin bir hava giriyor içeriye ve yağan yağmurun saf kokusunu ruhuma taşıyor. Halimden memnunum aslında ama insanların çoğunda var olan hastane ve doktor korkusunun bende olmayışı iletişim kopukluğuna yol açıyor. Hep derim zaten ben medyaya bulaşmak yerine doktor olmalıymışım diye. Elbette ameliyat sonrası bir takım sıkıntılar olacak, bunu biliyorum ama o kadar kusur kadı kızında da olur. İşte siz bu satırları okurken ben hastane odamda hafif sancılı bir şekilde yatıyor olacağım. Üstelik bir haftalık yazıyı topluca yazmak gibi bir enerjim de olmadığından orada yazmaya devam edeceğim. Kısacası ben, bilgisayarım ve bütün sorumluluklarımız birlikte gidiyoruz yeni mekanımıza. Hesaplarıma göre siz bu yazıyı Çarşamba günü okuyacaksınız. Artık keyfiniz nasıl olur orasını bilemem. Ama şunu tavsiye edebilirim, hasta olmadığınız için, rahat soluk alıp verebildiğiniz için ve daha milyonlarca nimet için şükretmelisiniz. Dünya halinin getirdiği sorunları boşverin. Önce ve en çok kendinize değer verin ve sevin. Bu sözüm elbette kullar arası açısından değerlendirilmeli. Yazı yazmak işte böyle bir sevda. 'Aman canım, on gün ara vereyim gitsin' diyemiyorsunuz. Bir günlük ayrılık fikri bile zor geliyor. Geçenlerde sevgili Çetin Altan'la konuşurken bunun farkına vardım. Yazarak yaşayan insanlar için bunun aksi mümkün değil. O gün başka bir tesadüfün daha farkına vardım. Çetin Altan ve ben aynı gün doğmuşuz. O günkü yıldız açıları herhalde kalem sevdalılarının büyümesine yol açıyor. 21 Haziran... Yılın en uzun günü. Hatta benim doğduğum yıllarda en sıcak olmaya da aday adayıymış. İşte şu anda bunları düşünüyorum. Havanın daha ne kadar soğuyacağını merak ediyorum. Deprem muhabbetlerinin nereye kadar devam edeceğini bilmek istiyorum. Sorunu tanımladık peki çözüm nedir diye kafa yoruyorum. Koca İstanbul şehrini boşaltamayacağımıza göre yetkililerin teklifi nedir diye soruyorum. Bir yandan da gelen uykuyu hissediyorum. Ya nasip, deyip birazdan kalkacağım ve kaderimin bundan sonrası için hazırladığı sürprizleri izlemeye gideceğim. Bu arada siz kendinize iyi bakın ve gel geç dertlere sakın yüz vermeyin. Perşembe günkü yazımda yeni bir Selin'le birlikte olmanız dileğiyle...