İşlemesi en zor cinayet, insanın kendi içindeki iyiliği öldürmesi. Bunu biliyorum çünkü yaşayarak öğrendim. Yıllar boyunca başıma gelen her felaketten sonra insanlar bana 'Eh, senin kabahatin. Bu kadar iyi niyetli olmayacaktın' dediler. Bu sözü o kadar çok işittim ki sonunda inanmaya başladım. Dışarıdan pek anlaşılmasa da gerçekten yumuşak bir yapım var benim. Ani hiddetlenmelerim geçtikten sonra geriye pelte gibi bir kalp kalıyor. İşte o kıvamdayken tahmin edilemeyecek kadar çok eğiliyorum. Eğilmeyi bilen kırılmak zorunda kalmaz diyeceksiniz. Doğrudur. Ben de yıllarca bu düstur doğrultusunda yaşadım zaten. Ama vücut kırılmasa da kalp kırılmak zorunda kalabiliyor işte. Ve ilk cümleyi söyleten hale gelmiş buluyorsunuz kendinizi. İçinizdeki iyiliği öldürmek amacıyla hançeri elinize alıyorsunuz. Son nefesin etrafında örülü olan saniyeler de uzamasa işiniz kolay. Ama uzuyor işte. İşkence çektirmek istercesine uzuyor. İyilik ve kötülük. İki zıt kutup. Birisi olmasa diğerinin kıymeti anlaşılmıyor. Belki dünyada kötülüğün var oluşunun tek sebebi bu. İyiliğin kıymetinin anlaşılması. Kötülüğünse ne kıymeti olabilir ki? Giderek üzerine karanlığın çökmekte olduğu dünyamızda kötülük para gibi, güç gibi gösterilmeye çalışılır oldu. İnsanların kanması için rüşvetler çıktı meydana. Kötülüğün yüzü güldü. Her insanın kendisiyle pazarlık yapmak zorunda kaldığı bir an geliyor. Bir tarafta yürütmek zorunda olduğunuz hayatınız ve sorumluluklarınız, diğer yandaysa doğru bildikleriniz. Geçmişten izler, gelecekten beklentiler birbirine karışıyor. Geçmiş, onun ne getirmiş olduğunu bildiğiniz için kolay. Gelecek ise yüzde elli iyilik taşıyor olma ihtimali olduğu için sevimli. Ya şimdi? Şu an, belki de zaman dilimlerinin en zoru. Çünkü şimdiyi yaşamaktayız ve ne çektiğimizi ancak biz biliriz. Elde hançer, bunları düşünüyorsunuz. İçinizdeki iyilikle yaşamak sürekli üzecekse diye taşıdığınız kuşku kızdırıyor sizi. 'Ben de onlar gibi olayım o zaman' diyorsunuz. Bunu yapabilmeniz için önce hançeri indirmeniz gerek. İyiliğin yüreğinden fışkıracak kanın yüzünüzü ıslatması, leke bırakması gerek. O leke olmadan kötü olunamıyor çünkü. Oysa siz lekeyle yaşamaya alışık değilsiniz. İşte bütün mesele de bu zaten. Başkaları ne bildiğini zannederse zannetsin, siz kendinizle yalnız kaldığınızda aslında ne olduğunuzu gayet iyi biliyorsunuz. Yaşam denen denklem zor. Hem de çok zor. Romanlarda, filmlerde hep iyilerin kazandığını biliyorsunuz. Ama gerçek hayatta hiç öyle olmuyor. Onu da biliyorsunuz. Belki de Çinliler haklı. Malum Ying ve Yang topları. Yani mutlaka iyiliğin içinde biraz kötülük, kötülüğün içindeyse biraz iyilik bulunur!