Dünya Kupası denilen; geçmişin romantik, duygusal ve şehir efsaneleriyle dolu turnuvaları yerini günümüzün materyalist ve atletik ama yavan ve her şeyin göz önünde olduğu büyük şölene bıraktı. Açlarla tokların savaşı olacak bazı maçlar. Bazıları yıldızların kendini ne kadar sakınacağı ile ilgili güzellikler sunacak. Ben bugün, farklı bir tat almanızı sağlamak amacıyla farklı kulvarlarda bir tur atalım istiyorum. Yok yaa, hiç de haberimiz yoktu" dediğinizi duyar gibiyim. Bugünkü yazımın başlığı sıradan, ama içeriği farklı bilgiler içersin istedim. Nereden nereye geldiğimizi hatırlatayım sizlere... 1930 yılında, Avrupa'yı iki olimpiyat kasıp kavuran Uruguay'ın oynadığı ve Avrupa kıtasının henüz bilmediği tarzı farklı ülkelerle buluşturmak için ortaya atılan bir proje bizi buraya getirdi. Ahlaksızlık her zaman oldu içinde... Dolambaçlı yollar da hep vardı... 1994 ise bu işin çağ değiştirdiği tarih olarak artık not düşülmek üzere... 1994'e kadar siyasi güçler, ülkeleri ele geçirmiş diktatörlerin egemen olduğu kupalar izliyorduk. 1930 Uruguay'ın ardından İtalya'yı ele geçirmiş olan Umberto Benito Mussolini yelkenlilere doldurduğu Güney Amerikalıları İtalya'ya getirip vatandaş yapıp oynatmadı mı?.. Faşizmin egemenliği 34 ve 38'e özellikle 1938'de Paris'in Colombes (ki güvercin demektir ve barışı simgeler) stadındaki finallerin faşist selamını sunmadı mı?.. 1978 değil mi guruptan çıkamamak durumunda kalan Arjantin'in Peru'ya 6 gol atması gerekirken 6 gol atıp gruptan çıktığı turnuva? Generaller yukarıda otururken kupa gelmedi mi?.. Ya o kupaya "ben generallerin önünde top oynamam" diyen Cruyff katılsaydı, ki aktif futbol yaşamı devam ediyordu, ne olurdu?.. Almanya ile Avusturya ayak tenisi oynayıp Cezayir'i aradan çıkarmadı mı?.. Kuveyt Emiri niye sahaya girmişti hatırlayanınız var mı?.. Sovyet hakem Stupar'ı saha içine girip kararından döndürmedi mi?.. Hitler değil miydi Avrupa'nın en iyisi Avusturya'nın; üstelik biri jüif olan 6 oyuncusunu alıp kendi milli takımına koyan ve kupa kazanmak için sahaya süren?.. Avusturya'yı işgal ederken milli takımını da işgal etmişti ama kimsenin sesi çıkamıyordu... Dünya kupalarında iki ayrı ülke milli takımı forması ile oynamak nedir peki?.. 1930'da Arjantin forması ile Dünya Kupası oynayan Luis Monti, 1934'te para ile satın alınıp İtalya Milli Takımı'nın forması ile Dünya Kupası oynamadı mı?.. Faşizmin alışverişi işte... Ahlaksızlık kıyafet değiştiriyor 1994 Amerika Dünya Kupası'yla işin kabuk değiştirdiği, ahlaksızlığın bir başka kıyafete büründüğü, sponsorların endüstriyel hale getirip kendilerine bağımlı kıldığı ve sonra da onlar olmadan ölür hale getirdiği kötülüğün turnuvaları başladı. Paraların üstündeki adamların resimleri sakızlardan çıkan futbolcu resimlerine galip gelmeye başladı. Yatırım yapanlar karşılığını acımasızca istediler. Ticareti sportif duygularının önüne havuç gibi koydular bazı sevimsiz adamların. Siz hiç 1994 sonrasında iki Nike sponsorluğundaki takımın birinci ve ikinci olduğunu hatırlar mısınız?.. Bunu sorgulamanıza bile izin vermezler... İki Adidas da final oynayamaz!.. Mesela... Biri Nike ise diğeri Adidas olacaktır finalistlerin. Sadece bu örnek bile işin nasıl bir sermaye tarafından ele geçirildiğinin örneğidir. 2002'de Almanya-Türkiye finali olamazdı, çünkü ikimiz de Adidas tarafından destekleniyorduk... Bu örnekleri yerim olsa çoğaltır ve maddi bilgi ayrıntılarıyla desteklerim ama tadınızı da kaçırmak istemiyorum. Teknolojik destek de işin ruhunu boşaltıp, tamamen görsel bir şova dönüştürmeye başladı. Artık 30 kameralı naklen yayınlar yapılıyor hâlâ daha sadece bir düdüğü ve iki kartı olan adamın ortada debelenip durduğu Dünya Kupalarında... Gittikçe yavanlaşan, mekanik bir hal almış olan, topun tadını kaçıranların baş aktör olduğu bir turnuva başlıyor. Öyle maçlar olacak ki, onu seyretmek yerine play-station oynayın daha iyi. Zaten bu nedenle değil mi büyük bir derbi maçın Aşk-ı Memnu'yu geçememesi... CHARLES GOODYER'IN TOPRAĞI BOL OLSUN Şişirilmiş ilk sert plastik balonu meşin bir yuvarlağın içine koydu ve ağzına sert meşin kaytanla dikiş attı ve insanlık içini keçe artıklarıyla doldurduğu nesneden kurtulup adına "The Ball" denen oyuncağına kavuştu. Bunu yapan ve başımıza bunca işi açan adam, üstelik Connecticut eyaletinden bir Amerikan vatandaşıydı... Hani İngilizler bulmuştu?.. İngilizler neyi keşfetti, onu da anlatayım... 1863 yılında Londra'nın gaz lambalarıyla aydınlatılmış bir Pub'unda sigara dumanları arasında 12 adam konuşuyordu. Onlar, İngiltere'deki 12 kulübün başkanlarıydı. Öyle dağınık bir biçimde değil, herkesin birbiriyle oynayacağı bir sistem düşündüler ve "lig" kelimesini ilk o gece ve orada kullandılar... "Leeder" yani uğruna dünyaları yaktığımız lider olmak da orada tespit edilen puantaj sistemi sonucunda ilk kez o gece kullanıldı. Çünkü herkes birbiriyle bir kez oynayacaktı. Kurallar için, 1846 yılında Cambridge Üniversitesi'nde kabul edilmiş olan kuralların uygulanmasına karar verildi. Hakemi olmayan, düdüğün henüz keşfedilmediği ve çizgileri bile çekilmemiş sahada oynanacak oyuna "Ball" kelimesinin başına "Foot" kelimesini koymak da o gece o barda düşünüldü ve kararlaştırıldı. Çünkü kabul edilen yasanın ilk iki maddesi şöyleydi: 1- Elle tutmak yasak... 2- Tekmeler sadece topa atılacak... Yaaa... Nereden nereye geldiğimizi, bu sevimli oyunu nasıl bezirganlara teslim ettiğimizi, elimizden nelerin çekilip alındığını ve bizi 11 Haziran'dan itibaren bekliyor olan şeyin nasıl bir şey haline dönüştürüldüğünü bilmem anlatabildim mi?.. Bizi nasıl kullandıklarını bilmem anlatabildim mi?.. POST-İT: Dünya Kupalarında doğum günü maç oynayan hiçbir oyuncu kaybetmemiş ve hep kazanmış. Maçına doğum günü toslayan bir isim şimdilik kesin. Şayet 14 Haziran'da Dunga oynayacağı Kuzey Kore maçına Elano Blummer'i koyacaksa, maçı da kesin alacak. Çünkü Elano doğum gününde maç oynayanlar arasına katılacak ve onlar hiç kaybetmemişler. Alın size bir güzellik... Final adayım Arjantin. Bir Arjantin-İspanya maçı için çok şey veririm. Brezilya-Arjantin finali de tadından yenmez ama. İtalya ve Almanya'dan birini son 4'e ancak alıyorum...