Ben şu an bilmiyorum ilk yarı finalistini ama siz bu satırları okurken, biliyorsunuz. İşin en feci yanı bu işte. O nedenle de gönlümdekini yazmak durumundayım... Benim Hollanda'm bu akşam ya var ya da yok. Benim Arjantin'im ise 4 yiyebilMESSİ mümkün bir takım olarak tarihteki yerini aldı. Ama bir şeyde haklı çıkıyorum, finali iki Nike veya iki Adidas oynayamayacak, hiçbir zaman olamadığı gibi... Bir deneyin. İki dakika sonra bırakın düdük çalmayı, nefesinizi düzenli kullanmakta bile zorlanabilirsiniz. Neden buradan girdim?.. Anlatayım, sonra gelirim yarı finalin "düzenli" resmine... Teknoloji 1954 Dünya Kupası'nın özetlerinin yayınlanacağı duyurulduğunda Avrupa kıtasındaki televizyon alıcı sayısını 7100'den 84 binin üstüne 28 günde çıkardı ya, işte orada bozulmaya başladı mertlik. Bele takılan lastik boru olan "Hulla-Hoop" bile ekonomi tarihinin bu en büyük patlamasına yetişememiştir. Sonra 1958'de ilk "baştan sona maç" yayınlandı, Ardından 1970 Meksika ilk kez "uydu" kullanarak görüntüleri Avrupa'ya atabildi. 1990 14 kamera ile maç yayınladı, Amerika sponsorlar için futbolu 4 devre oynatmaya yeltendi, 2002 finali 22 kamera kullandı ve bugün "spy cam-sky cam" kullanıyoruz. Yani teknoloji futbola hep bulaşarak Dünya Kupalarını "roll model" yapıyor ve ardından 4 yıl dünya bunu kendi çapında tekrarlıyor ve kullanıyor. Pekiii... Bu teknoloji kimin hizmetinde?.. Biz seyredenlerin ve maç bittikten sonra "maçın arkasından konuşup dedikodusunu yapanların" hizmetinde. Yani seyreden ve yorumlayanların... Bir de Beckham-Christiano Ronaldo gibi oyunculuklarından çok "idol" haline getirilip sırtından para kazanılanların, yani maç oynanırken bile bir gözü hep canlı yayını takip etmekte olanların. Teknoloji saçından su damlayan oyuncunun ağır çekimini, veya gol sonrası haykırışı verirken güzel, de teknolojiden kaçırabilecek en ufak bir taç atışı hatası bile kalmayınca da güzel mi?.. Bence hayır... Bir sağbekin burun kıllarının uzadığını bile gösteren bir teknoloji hiçbir şeyi atlamaz ve bize gösterirken, "bunu nasıl görmezsin" diyebileceğimiz yüzlerce enstantane sunarken, ortadaki adamın 150 yıldır hâlâ daha "sadece iki gözü ve bir düdüğü" var. Üstelik yarım saniye de zamanı... Bunlar hep vardı ama kanıt yoktu Biz tepeden bakıyoruz, ters açı düz açı derken dört bir yandan görebiliyoruz. Fazladan; "eline değmiş bak" ile "bak bak ayağına nasıl da basıyor" arasında gezebiliyoruz. Bir de stüdyodaki ahalinin "durdur şurda. Biraz geri al. Tamam. Bak ayağı nasıl da iki parmak önde" gibi ahkâm kesmesi eklenince, işin tadı bayağı kaçıyor. Teknoloji var ama sadece birilerine... Aynı demokrasi gibi... Bu hatalar hep vardı. Daha da beteri ile hep olmaktaydı. Ama bu kadar deşifre edilmesi imkânı yoktu. Şimdi teknoloji işin içine sadece bir "sınıf" hizmetinde sunulduğu için, "diğer sınıf olan hakem" sınıfta kalıyor iki maçın birinde. Elin kahvesinde maç seyreden birine bile gösterebiliyorsun pozisyonun ne olduğunu, hemen ardından gelen 1 dakika boyunca, ama sahadaki garibin sadece "yarım saniyesi" olduğunu unutuveriyorsun. Bir de sırtına bindiriveriyorsun bir başka misyonu; mesela, "iki Adidas final oynarsa olmaz" ya da "iki Nike asla" gibilerden. Üstüne koyuyorsun "4 Avrupalı olmasın", veya bir "Uzakdoğulu olsun son 16'da" gibi seslendirilmemiş tavsiyeleri. Hatta yaptırımları. Sonra da "adalet" bekliyorsun, hiç de "adil" olmak zorunda olmadan "hüküm" vermesi gereken adamdan. Nasıl denk düşürdüler mesela. Daha başlamadan söylemiştim... Dün akşam bir Nike ile bir Puma oynadı... Bu akşam iki Adidas oynuyor... Demek ki finali onlarca yıldır olduğu gibi aynı marka oynayamayacak. Sırtında bir de böyle bir yük var, 150 yıldır "iki gözü, bir düdüğü ve yarım saniyesi" olan adamın. Ayrıca 86 dakika oyuncu kadar koşmuş bir adamın depar sırasında kuvvetlice düdük öttürmesi ne demektir anlamak için, iki kat merdiveni hızlı çıkıp evin kapısını değil de düdük çalın bakalım açacaklar mı kapıyı?.. Sizi eve alacaklar mı ey "teknolojiye sığınmış" yorumcular... Siz teknolojinin, ayakkabısını yakın çekimde göstermek için çözüp de tekrar bağlayan adama ve hangi reklam panosunun önünde sakatlanıp yerde kaldığına nasıl hizmet ettiğine bakın, hakeme bakacağınıza... POST-İT Dünya Kupası asla sadece "istatistik" değildir... Hilaire Belloc ne diyor: "İstatistiğin laneti insanlığın üzerine çökmeden önce mutlu, masum bir hayat sürüyorduk ve oldukça olumlu düşüncelerle yaşıyorduk." Dünya Kupası istatistiği 1930'dan bu yana gelenlerle yapıldığı zaman bir şey ifade eder. Son iki maça veya maçın içindeki sayısal verilere göre yapıldığında işin ruhunu emer... Siz hiç kulaklık varken konuştunuz mu? TRT iyi değil... Kabul... Bazı anlatımların, koca bir gruptan çıkma maçını Ankaragücü-Gençlerbirliği arasındaki iddiasız ve sıralamayı etkilemeyecek bir maç kıvamında anlatıldığı da doğru. Ömer Üründül'ün futbol kültüründen uzak ve hiç eğlenmediği hemen anlaşılan yorumları da kirletti işi. İyiyi bulmak için kim "bir şut daha savunmadan dönüyor" veya "ceza sahasına ortaaa savunma karşıladııı" diyenleri ayırt edebilecek donanıma sahip olmanız gerekir. Bir de kulağınıza iki saat kulaklık takıp bunun içine birileri ara sıra bir şeyler söylerken sizin de dengeli konuşabiliyor olmanız. Müzik dinlerken kulaklıkta, sesinin volümünü ayarlayabilmiş birini söyleyin bana... Kötü spikerin "kaç adet ceza sahası" dediğini sayın, kötü yorumcunun da olabilecekleri değil, olmuşları konuşarak kaçtığını ve ne kadar sayıda "yani" kullandığını, oradan bulursunuz kaliteyi. TRT iyi değildi ama, onu eleştirenler de insafsız... Bir Levent, bir Erdoğan, bir Yalçın'ın hakkını da yedirmem... Final Almanya hariç birine tarih yazdıracak. Ne diyor Fred Hoyle. "Uzay hiç de uzak değildir. Arabanız dümdüz yukarı gidebiliyor olsa sadece 1 saatlik yol..."