Başkan Polat, açmazların tam göbeğinde bulunuyor... NTV canlı yayınında açıkça söylediği gibi "sonuna kadar" Rijkaard"ın arkasında durmak bir eylemdir ama durması imkânı ortadan kalkmıştır. Galatasaray, sezonun bir yerinde kongre istenecek kadar, sezonun bir yerinde, üstelik bir "Kadıköy paranoyası" eşiğinde "hoca göndermek" gibi bir eylemle baş başa kalmıştır. Gerçek acıdır ve acıtır... Gerçek takımın paramparça olduğu, Rijkaard"ın bildiği sistemde "külliyen ısrar" ettiği ve bu durumda "Kadıköy seyahati" gibi bir "tarihi kısırdöngü" sendromunun kapı eşiğine gelmiş olmasıdır. Yani bir karar verebilmenin ve yanlış bile olsa "verilecek herhangi bir kararın, kararsızlıktan daha iyi olacağı" durumuna gelinmiştir. Camia "anlık bir refleks" beklentisi içine girmiştir.. Peki, açmazlar nedir?.. Yeni stada takımın önünde Ersun Yanal ile çıkmak en büyük yanlıştır... Fatih Terim doğru adrestir ama Adnan Sezgin vazgeçilmezliğini nasıl sürdürebilir, "büyük hocanın' geri dönüşünde. Galatasaray kültüründe öyle orta yerde "hoca göndermek" yoktur ama bu son yıllarda zaten olagelmiştir. Eğer etik değerler önde tutulacaksa, Galatasaray futbol takımı yeni stadında "kümede kalma" oynamak gerçeği ile baş başa kalacaktır... Olası bir "Kadıköy felaketi" sonrasında etik değerlerin bile Rijkaard"ı takımda tutamayacağı duruma gelinecektir ve bu durumda "kaçınılmaz sonu" ertelemenin hiçbir faydası olmayacaktır. Ayrıca, önemli bir yol ayrımına gelinmiştir. Ya "saha içi sonuçların kötülüğü üzerine hoca değiştiren" kulüpler silsilesine dönüşülecek, ya da; saha başarısızlığı üzerine hocasıyla direnen ve futbolcularının kafasını koparan takımların önderliğine devam edilecektir. Her halükârda başkan "acıların başkanı" zaten olmuştur, artık anlık refleksini esirgerse veya şimdi bütçe denkliği kovalamaya kalkarsa kendi sehpasını tekmeleyeceği ortadadır. "Batıya açılan pencere" diye çıkılan yolculukta; batı, mutfak penceresinden bile görülememektedir artık. "Nasılsa olacaktan" kaçınmak nedir biliyor musunuz?.. Şudur: "Nasılsa evin duvarları çatlak, yıkıldı yıkılacak, bekleyelim bir deprem olursa veya bir şekilde yıkıldığında yenisini yaparız..." Budur... Yıkıldığında evde olmamak mümkün olamayacağına göre, evi güçlendirmek, tadilat yapmak veya şimdiden yıkıp yapmak, en azından muhtemel kayıpların büyüklüğünü engeller... Bu kadar basit... "İlkeli davranmak" camianın "yüzyılı aşan ilkelerini" bozacağına göre denklem basit. Yeni bir ant içmek zamanıdır zaman... Şöyle: "Başkanım, doğruyum, çalışkanım.. Kaptanımı koruyacağıma, camiamla inatlaşmayacağıma, gerekirse ilkeleri tarih yaptığım gibi, yenilerini de yıkacağıma, her Galatasaraylının istediği gibi radikal ve marjinal olacağıma ant içerim..." ------------------------------------- Galatasaray başkanlık makamı hiç bu kadar açmazlarla baş başa kalmamıştı. Kaptanı hiç bu kadar topuyla tüfeğiyle gelenlere karşı bu kadar yalnız hiç bırakılmamıştı. Yeni stada kaçıncı olarak ve kiminle çıkılacağını bilemeyen bir başkanı hiç olmamıştı. Taraftarı hiç bu kadar sabırlı olamamıştı ve bütün bu açmazlar hiç bu kadar zor bir haftaya, yine ve yeni bir Kadıköy felaketinin eşiğine gelmemişti... ------------------------------------- Ya o kızın ailesi Erman kendini savunuyor... Gökmen üstüne alınmıyor... Arda tırnaklarını çıkardı, tek başına tüm alemin yamuk değirmenlerine saldırıyor... Peki... O kızın ailesini ve o günahsız kızı hiç mi düşünen yok?.. Marka değeri iki çay bile alamaz... Marka vardır, iş hanlarında dağıtılır ve çay geldikçe verilir... Marka vardır, etiketi koparasınız gelmez... Gözlüğe yapışık küçük bir etiketle dolaşan bir neslin marka kavramı vardır bizde ve Türk futbolu da maalesef marka değerini külliyen yok etmektedir. Biz "pahalılıkta ilk 5" içindeyiz ama "kalitede son 5" içinde olduğumuzu da yadsıyamayız. Sahalarımız berbat, oynanan oyun önemli isimleri hastanelik edebiliyor, ya darbeleri süzemeyen hakemlerden, ya da zeminin katledici eziyetinden... Baros, Kewell bir var bir yok.. Cangele, Cernat, Aurelio, Guti, Quaresma, Arda, Özer"in içinden çıkarılmış olduğu bir ligi yaşıyoruz... Konferansla maç erteleyen hakem dönüyor hemen, bir diğeri psikolog kesiliyor ve elle oynayanı "anlayış göstererek" oyundan atamıyor veya toplar artık yuvarlanmaya devam ederken gole ulaşılabiliyor... Marka değerimiz var da; tek marka, bir çay bile alamıyor. "Çaycı bile artık bir çaya iki marka istiyor!.." Hiddink nerede? Muhteşem hocamız şu sıralarda Hollanda mahkemesinin "sahtecilikten" hakkında verdiği hapis cezasının tecili ile uğraşıyor... Vergi kaçırmak için yurt dışında adres göstermiş ama Hollanda polisi onun Hollanda adresinde oturduğunu bir baskınla saptamış. Bu işi halletsin, Maldivlerde "veteran golfü" oynayacak... Yahu beyler... Azerilere bile yenildik, "gruptan çıkarız" diye kendimizi kandırmayalım artık. Bu ne sonsuz tolerans ve bir para delisi yabancının eline eteğine sarılmaktır... Çuvalla para verdiğimiz adam, Türkiye liginin en gollü haftasını, moral ve sakatlık açısından perişan ettiği takımların hiçbirini seyretmedi. Ortalığı kasıp kavuran Manisaspor, Antalyaspor, Ankaragücü, Kayserispor ve tabii ki muhteşem Trabzonspor'u seyredemedi. Bu çok gollü haftadan; haberi bile yok... Kısa bir süre sonra da Hollanda ile bir hazırlık maçı oynayacağız. Belki... Dilim varmıyor ama... "Benim hatırıma berabere bitsin" diye ricada bulunuyor olabilir mi; Dünya Kupası sonrası yerden yere vurduğu Waarkvijck" ten... Hollanda"nın hocasından... POST-İT: Arda Turan konusunda eleştirimi yapmıştım. Ama kaptanın üzerine çok faullü vuruşlarla geldiklerini üzüntüyle seyrediyorum. Şunu söyleyebilirim: Bu ülkede Erman Toroğlu çok... Ama başka Arda Turan yok... Benim yorumum budur. S-ÖZ "Karaya sabun, deliye öğüt neylesin..." (Bir Türk atasözü) Eğer ağırdan alırsanız, yeni stada 10. sırada giren ve önünde sizden olmayan birinin çıktığı takımın başkanı olacaksınız. Yaptıklarınızın hepsi heba olmak üzere...