Afrika'da Aşk-ı Memnu...

A -
A +
Benimki tuhaf bir Arjantin ve Hollanda hayranlığı. Taa 1974'ten başlayan. Belki mazlumdan yana olmak. Belki çılgın adamların deli futboluna olan sevdamdan. Cruyff'lar, Neeskens'ler, Passarella'lar ve tabii ki Maradona'lar.. Beni büyüleyen Van Basten-Gullit-Rijkaard üçlemesini de unutamıyorum, Caniggia, Tarantini veya Olarticoichea'yı da. Biri en Latin Avrupalı gibi gelir bana, diğeri maçlarını "criminal tango" yani sıkıştığında "ölümüne tango" oynayan bir ülke gibi. Hep yasak aşkların peşinde koştular çünkü.. Bir tarafın dünya kupasına ilk kez sevgililerini de alıp gelmesi, diğerinin duygularına krampon giydirerek oynadığı içten ve samimi ama deli dolu oyun deyin, ben bu ikisine tutkunum. 1974'te Holzenbein'ın düşürülüşünün zorlama bir penaltıyla "ev sahibi çıkarlarına uygun" bir karar olduğuna da inanırım, 1982'de oyundan atılan Maradona'nın Gentile'den yediği tekmelerin görmezden gelindiğine de... Onlar benim "tuttuğum takım" olarak kaldılar hep. Cruyff'un "ben generallerin önünde top oynamam" diyerek Arjantin'e gitmemesinden de etkilenmişimdir, kazanmak için her yolu deneyen Arjantin'in Peru'ya 6 gol gerekirken 6 gol atmasından da. Crespo, Batistuta, Kempes, Cesar Louis Menotti ve general Videla ne kadar beni etkileyip anılarımda yer aldılarsa, Bergkamp'ın 60 metrelik pası alırken attığı çalım, Rene Van der Kerkhoff ile Willie Van der Kerkhoff adındaki ikizler ve Haan'ın 35 metrelik füzelerle maymun ettiği büyük kaleciler ve Rensenbrink'in Buenos Aires'te son dakikada direkten dönen topu da o kadar etkilemiştir. Ben topun kültüründe yapılan yolculuk içinde en çok iz bırakabilenlerin peşine düşmüşüm bir kere... Bunları çıplak gözle izlemiş ve anlatabilmiş biri olarak farklı etkilenirim. Futbolun sadece istatistik verilerden yola çıkıldığı zaman ne kadar yavan ve tatsız olduğunu kabul ederim. Aşk-ı memnu ama yapımcı memnun... İki ülke takımının da hep son anda dramatik maçlar kaybederek kapıdan döndüğünü gördüm. Hep hak ettiklerinden azı ile yetindiler. Bu nedenle "muhteşem finaller" en çok onların hakkı iken, onlara birer "aşk-ı memnu" gibi dramlar yaşattı. O dizide ne vardı.. Ahlaksız ilişkiden, menfaatçi dünüre, masum gibi gösterilen aşkın en zavallısından, uçkuruna sahip olamayan bir şımarık genç ve umutsuzca evin kızına aşık olan garibandan, boynuz yemiş para babasına kadar her şey... Oysa Halid Ziya Uşaklıgil biraz daha "naif" bir eser bırakmıştı bize... Hollanda ve Arjantin hep yasak aşkların peşinde koşan ülkelerdir. Bazen Behlül oluverir Maradona, alıp kaçırır evin hanımını, bazen Beşir oluverir Hollanda ve en umutsuz olanı kovalar. Dizi bir ara "seks-i memnu" olmuştu ama olsun.. Bu iki takım da hiçbir zaman robot futbol oynamadılar ve anlık gelişmelere göre en akılda kalacak refleksleri ürettiler. O nedenle onlaradır sevdam... Hiçbir zaman Almanya gibi "mekanik ve seyredeni umursamaz" bir futbol oynamadıkları için, İngilizler gibi "liginin cazibesini yabancılara dayamış burnu büyüklerin" şımarıklığında da oynamadıkları için onlaradır hayranlığım... Brezilya'ya saygı duyduğum kadar sevgi duyamadığım için gönlüm Hollanda ve Arjantin'e kayar hep... Ayrı yollardan geliyorlar. Bütün hayalim bu iki takımın yolun sonunda oynamasıdır. Çünkü kim kazanırsa kazansın benim sevdam kazanmış olacak... POST-İT Geçen gün TRT'de Formula 1 vardı, ardından da bir dünya kupası maçı... 2 saat üstüne 2 saat Vuvuzela dinledim. Araba vızıltısı üstüne stat zırıltısı... Fazla geldi. Futbol demokratik bir oyun değildir Futbolda adalet yoktur. Cezalar bir konsensüs sonucunda değil, anlık değerlendirmelerle verilir. Hatalar oyunudur, zaten bu yüzden "en az hata yapanın" kazandığı bir oyun değil midir?.. Benjamin Franklin ne diyor: "Demokrasi iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylama sonucuna karşı çıkabilmesidir..." Bu kupanın kurtları var. Kurtlarla dans eden Platini, Blatter, sistem, yatırımı büyük olan ülkeler veya sponsorların itelemesi var. Bir de kuzuları var. Teknoloji ise tam teçhizatlıdır ve hakemin boynuna geçirilmiş modern ve çağdaş bir ilmektir. Bir hakem hâlâ bir kuzudur... Kurtlarla dans eden bir kuzudan "demokrasi" ve "adalet" beklemek, futbolun hatalarını ortadan kaldırdığınız zaman ortada hiçbir şey kalmayacağını kabul etmektir. Hata olmadığı zaman Toroğlu ve Çakar ne yapacak?.. Parlayanlar-patlayanlar Elano parladı. Dos Santos biraz parladı. Donovan bir ara çok parladı. En fazla parlayan Vittek oldu. Mesut Özil hâlâ pırıl pırıl. Robinho gittikçe parlıyor. Erdoğan Demirkan, Levent Özçelik ile mutfaktaki Kerem Öncel ise pırıl pırıl devam ediyor. Krasiç fena patladı. Eto'o'yu zaten Milla patlattı. Cannavaro ile Gattuso "elde patlayan bomba" gibiler. Buffon ve Ribery de patladı. Holosko ve Tello'yu saymıyorum bile. Ömer Üründül'ün de patladığını iddia edenler çoğunlukta. S-ÖZ "Asalet sahibi ise insan, verilen şeyin değerine değil, veriliş biçimine bakar..." Aykut Kocaman'ın giydiği ateşten gömlek için "hayırlı olsun" diyorum ve ona sevgi-saygımdan dolayı Fenerbahçe'ye kanımın ısınmaya başladığını hissediyorum.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.