Bir taraf, Avrupa'nın ön kapısından dönmüş ama arka kapıdan girmeyi başarmış yıldızların ligine. Buruk ve yorgun... Diğer taraf, makus talihini değiştirmiş ve en az rakibi kadar yorgun ama mutlu ve huzurlu... İki muhteşem futbol adamı rehavet ve doyum gibi iki soyut kavrama karşı "insan malzemelerini nasıl sevk edeceğini" çok iyi bilen iki isim. Birbirlerini dansa kaldırmışlar... Garanti yerine topla uğraşan Cech, ilk golü kabul edince "maç 0-0 başlamadı ki" mazereti doğdu Trabzonspor için. İyi oyun üstünlüğünü skor üstünlüğü ile eşleştiren Galatasaray'ın önemli bir sıkıntısı ortaya çıktı. O da Kazım... Tam bir "mister" gibi dolaştı durdu sahada. Golün asistini yapmış olmanın verdiği gurur dışında, ritmini bulmuş bir takımın içinde "ayrı dünyaların insanıyız" arızası gibiydi... Devre, Selçuk'un ıslıklara cevap verdiği golüyle bitti... İkinci perde, sayısı artan art niyetli oyuncular nedeniyle tatsızlaştı. Oyun kalitesi doğrudan olumsuz etkilendi. Zokora'nın atılmasıyla planları darmadağın olan Şenol Güneş'in üretebileceği bir çare de kalmamıştı. En az hasarla maçı atlatmaktan başka bir projesi yoktu son dakikalarda. Takım durmuş, Tolga tek başına direniyordu. Üstelik hem rakibine karşı, hem de kale arkasındaki kendi seyircisine karşı... Sonuç ise Galatasaray'ın başını alıp "bir yerlere doğru" gitmeye başladığıydı... Trabzon'un başı döndü Normal prosedür; Şampiyonlar Ligi'nden UEFA Avrupa Ligi'ne düşmek üzerinedir. Ancak, tarihte ilk kez UEFA Avrupa Ligi'nde başlayan yolculuğu, Şampiyonlar Ligi'nde sürdürüp; tekrar UEFA Avrupa Ligi'ne dönmeyi başarmış olan Trabzonspor kiminle nerede ne oynadığını bilememekte olup, kafası karışık bir takım görünümündedir...