Ne kadar enteresandır ki, Anelka'nın Konya'ya elle attığı golün diyetini yine Konya'da ama G.Saray'a ödettiler. Demek ki, Konya'da elle oynamak serbest. Böylece Ufuk Özerten özür dilediği Konya'ya o pozisyonu telafi ettirdi. Ve G.Saray'ın herkes tarafından görülen bir penaltısını es geçirtti. Bu maçın mantık yanı... Öye ataklar oluyordu ki, kocaman ilk yarıda 5 Konyalı'ya bir Ümit Karan saldırıyordu. Ardından gelişen ataklarda da 5 Konyalı bir Mondragon'a bir gol vuruşu yapamıyordu. Murat Hacıoğlu'nun içeri vuramadıklarını izleyerek geçirdi ilk yarıyı. Tabii bir de başta söz ettiğim elle oynama ve ardından Hasan'ın direği kıran vuruşu... Bu da maçın matematiğiydi. G.Saray buz gibi kesmiş bir moralle eksi 7'lerde yine de maçı sıcak tutmayı başardı. Özellikle ikinci yarıda yoğurtlu ıspanağa dönen sahada 3 forvete çıkarak yokluklar içinde bile riski alan taraf oldu. Risk alınca kazanmak ihtimali doğabilir ama kaybetmek ihtimali de var. Son 30 dakikada taktik değişikliklerle Aykut Kocaman kazanmaya oynamaya başladı ve çok net de pozisyonlar buldu. Ama bunun karşılığı olarak aynı netlikte şans da verdi rakibine. Son dakikalarda maç "atan galip maçlarından" biri haline gelmişti. Kontra çıkışlar arayan Konyaspor arkada verdiği açıklarda hep Necati'nin körvuruşlarına hedef oldu. Sanki düzünü yaparmış gibi röveşatalar deneyen, saçma sapan vuruşlarla reklam panolarını döven Necati gol yollarında inanılmaz bir sıkıntıya sebep oldu. Herşeye rağmen "cep delik, cepken delik" bir deplasmana gelen G.Saray, verilmeyen penaltısını sırtına kambur yaptı ve aynı stadda verilmemesi gereken golü verilen bir üstündeki rakibiyle aradaki farkı kabarttı. Galiba doğrusu birincisine karar verilmiş ligde, ikincinin kim olacağını aramamız gerektiğini söyleyenlere inanmaktır. Bakmayın siz uzatma dakikalarında genç Aydın'ın attığı gole... O golü ne Konya ne de G.Saray hatta ne de MHK beklemiyordu. 17 yaşında bir çocuk ne bilsin ki, sistemin bir takımı sürekli kayırdığını... O gençliğin verdiği cehaletle topa vurdu işte!..