Anlayana sivrisinek yaylı tambur

A -
A +

Benim bakışım biraz farklı gelebilir ortalamaya, ancak mecbur da değilsiniz benim penceremden bakmaya. Gazetemin bana ayrılan şu kadarlık arazisine kendi fikirlerimi dökmek zorundayım. Avrupa'nın kupasına kendi gözümle bakıyorum ve çok fazla kötümser olamadığım gibi, iyi şeyler de arayıp bulabiliyorum. Sanki bu ülkenin, dünyayı sarsacak mimarları, beyin cerrahları, bilim adamları ve sanatçıları varmış gibi futbolcularımızın herkesi yenmesini, olası bir finali bile kaybetse salya-sümük saldırmamızı hazmedemiyorum. Bu ülkenin son 8 yılda elde ettiği en büyük başarıları sayar mısınız lütfen? 2002 Dünya üçüncülüğü... Hadi 2000 UEFA Kupası'nı da ekleyelim... Yakın zamanda bir Eurovision birinciliği... Bir de ceddine söverek elde edilmiş bir Nobel Edebiyat ödülü... Dördü de sanat ve bilim içermeyen 4 kavram... Üstelik ikisi spordan, hatta futboldan gelmiş. Tepeden tırnağa popüler kültürün ürünü... Bu yazının "sivri"si; alimallah Eurovision denen ve hiçbir meşveret içermeyen namert yarışmaya girse, kakafonilikten birinci çıkar. Yani müziğimiz de, topumuz da biraz geri maşallah. Portekiz maçında risalelerin içine bakıyorum ve daha fazla koşmuşuz. Ama demek ki yanlış koşmuşuz. Eğrisi doğrusuna denk geldi ve Avrupa futbolunun "haute-couture" denilen seviyesi, belki "çakma Brezilyası", ama etiketi en bol sıfırlı oyuncuları bizi çok ciddiye alıp en disiplinli maçını oynadı ve bizi yendi. O gece herkesi de yenerlerdi... Tuncay'ın; kooperatifin hemen yanı başına yerleşmiş "müstakil bir villa" gibi tüm güzellikleri bir başına yapmaya kendini memur etmesi, kuru fasulye pişirirken tuz yerine yemeğe toz deterjan atmaya benzemedi mi?.. YENGECE DOĞRU YÜRÜMEYİ ÖGRETEMEZSİNİZ Biz savunma yapmayı bilmiyoruz... Topu taca atmayı kendimize yediremiyoruz. Biz ülke olarak kurtuluş savaşını bile saldırarak yaptık. Mahallede bile "geç beke" lafını hakaret saydık çocukluğumuzda. Gökhan ilk hamleci olursa maçın başlarında olduğu gibi çalımı yer ve top eline çarpar, çekilerek vurmaya kalktığında ise sırtüstü devrilir ve düşerken de rakibe çakar. Vurmayı bilmediğinden de kendi sakatlanır, vurduğu adam ise dipdiri oyundadır... Terim ise... Şapkadan kuş çıkarmak ve iki kere ikinin 5 ettiğini kanıtlamaya uğraşmaktan yorulmadı hocamız. Çünkü bunu zamanında yaptı. Ama o zaman elinde Hagi, Taffarel filan vardı ve maç oynanırken maçı sirke çevirebiliyorlardı ve rakibi seyircinin gözü önünde bir rakip oyuncuyu kaybedebiliyorlardı!.. Sihirbazları vardı... Şimdi bunları kendi sahnesinde kendi askerleriyle yapmayı deniyor ve bir türlü olmuyor... Olamıyor... Yengeç doğru yürüyemez. Önce 2 kere 2'yi 4 ettirsek, sonra 5 ettirmeyi kovalasak, daha iyi olmayacak mı?.. Nihat bir vursa ve top içeri giriverse; kendini fetihler yapmış, dünyada saygı uyandıracak işler başarmış, kendisine hayran olunmuş şeyler başarmış sayacak olan Türk insanı daha mutlu olmayacak mı?.. Rakibi pas manyağı yapmayı değil, çalımı atıp kıç üstü oturtmayı tercih eden seyirci profilimiz de tatmin olmayacak mı? Yazdıklarım anlayanadır... Veee... Anlatabildiklerimiz karşıdakinin anlayabileceği kadarı ile sınırlıdır... >> En iyimiz üç "tahta" olmamalı Portekiz maçında takımımızın en iyisi rakip kaleyi çevreleyen üç adet bitiştirilmiş tahtaydı. Bizi tarihi farktan marangozun doğru ölçü alması kurtardı. En acısı, Avusturya'nın direncini bile gösterememiş olmamızdı. "Önlem" düşünmekten "eylem" düşünmeye imkân bulamamamızdı. Savaşamadan ölmemizdi. Vuruşarak çekilmeyi bilemememizdi. Rüzgâra karşı tükürmeye kalktığımız için yağmur yağıyor sandık... Üç ruhsuz tahta parçası, o gece en iyimizdi... Ve en iyi yaptığımız şeyin motive edici reklam filmleri ve müzikleri yapmak olduğunu bir kez daha anladık. Şimdi İsviçre ve Lubos Michel... Yani yeni bir "kurtuluş savaşı..." >> POST-İT "Aynı ırmakta iki kez yıkanamazsın, çünkü orada akan su ilk yıkandığındaki su değildir" derler. Yarın gece ırmak aynı ama su farklı olacak... Yıkanacak mıyız?.. Yoksa yıkılacak mıyız?.. >> S-ÖZ "İdealler yıldızlar gibidir. Onları tutamayız ama her karanlık gecede onlar bize rehberlik ederler." >> Bu gazeteyi seviyorum Niye biliyor musunuz? Güme gitmeden söyleyeyim. Kupa öncesi, daha iki hafta olmadı ve Naci Arkan'ın "Son Mohikan" başlıklı yazısıyla, mesleğimizi eline geçiren hokkabazları açıkça afişe eden yazısı ile Emre Bol'un "icraatın içinden" başlıklı yazılarını kimse kırılır demeden sayfaya koydukları, transfer balonları yerine kimseye gerdan kırmadan yayınladıkları için... Güdülemeyen bir gazetede yazdığım için mutluyum... Sıkıysa başkaları da yazsaydı. Hani şu "mangaldaki külün" düşmanları!.. >> Hocam; sisi yelpaze ile dağıtamazsın ve etrafındaki kurtlar seni kemirmek için beklediği sisli-puslu havayı buldu. Hadi şimdi, şapkadan kuş çıkarma zamanın geldi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.