Maç öyle bir maç ki, ne taktik değerlendirme ne de kadro rotasyonundan söz etmenin hiçbir anlamı yok. Gerdeğe giren damat heyecanı, yönetiminden teknik heyetine, futbolcusundan taraftarına kadar basmış herkese.. Rakibi de çoktan enseyi karartmış.. O zaman iki forvet oynamanın Galatasaray'a uygun olmadığını, ya da Sabri'nin tercihlerinin doğru olmadığını belirtmenin bir anlamı kalmıyor. Sakat oynayan Servet'in özverisi ya da Arda'nın "gel bana tekme at" davetkarlığı ile tekmelerden kaçmaya yarayan slalomlarını da değerlendirmenin bir anlamı yok. Koca sezonun finalinde her şeyi doğru yapan Galatasaray yönetimden başlayan bir destanı sahaya döktüğü terle sulamıştır. Ayrıca Türk gencinin cebinden önce kalbine girmenin daha geçerli olduğunu da göstermiştir. Bu durumda Galatasaraylının elini sıkmak ve Galatasaray'ı kutlamak gerekir. Ve tabii ki Galatasaraylı olmayanların da hazmetmesi gerekir.. Maçın yıldızını seçtiğim bölüm için çok zorlandım. "Ayağım kopsa oynarım" felsefesinin destanını yazan Servet mi desem, yoksa sonunda takım oyuncusu oluveren Lincoln'ü mü işaretlesem? Galibe en iyisi son maçın sonunda ve bir kereliğine mahsus olmak üzere gecekonduyu yıkıp, bir anda koca bir bina inşa eden baş müteahiti, yani Adnan Polat'ı seçmek gerekir. Şimdi Galatasaray Trömsö, Helsingborg gibi maçları unutturmaya mecburdur ve "anne sütü gibi ak" bu şampiyonluğun ardından Avrupa'da eskiyi özletmemeyi bize borçludur.